Till The Hope Runs Out

844 60 20
                                    

MERHABALAAAAR!
Uzun zaman oldu değil mi?
Baya oldu sanırsam... 1 ay falan :/
Özür dilerim. Cidden.
Ama ilham perileri sonunda bana uğramaya karar verdi ve bende "İşte budur bebeğim" dediğim bir bölüm yazdım.
Yani o yüzden.
Hemen okumaya başlasanız iyi edersiniz. :D
(Spoiler: Cidden spoiler vereceğimi mi zannettiniz :D NİHAHAHAHA!!)
Sizi seven yazarınızdan iyi okumalar
^_^


"Sana güvenebileceğimizi nasıl bileceğiz?" Ona yüzümü acıyla buruşturmak yerine güçlü bir ifadeyle bakmak için kendimi zorladım.
Sesimde en ufak bir kibarlık yoktu. Zaten şu anki durumumda kibarlık kafama takmam gereken şeyler listesinde ilk ona girmiyordu.
Sesimdeki kabalığı onaylamayan bakışlarla beni süzdü. Ardından sanki bu kabalığımı hiç fark etmemişçesine yüzüne tehlikeli bir gülümseme yerleştirdi.
"Hayatım... Hayatım... Şu durumda bir tanrıdan gelen yardım elini geri çevirebilecek kadar iyi durumda değilsin ha? " Alaycı sözlerinin ardına gıcırtılı bir kahkaha ekledi.
"Öyle ya da böyle pek bir seçeneğin yok gibi görünüyor."
Sözlerinin gerçekliği konusunda yutkundum. Haklıydı. Seçeneğim yoktu. Bu karanlık ve ıssız ormanda bana yardım edemeyecek derecede baygın halde olan Percy,Annabeth,Nico ve sol bacağımdan yaralı olduğum için yürüyemeyen ben dışında yardım edebilecek kimse yoktu.
50 metre ötede baygın halde yatan arkadaşlarıma göz ucuyla baktım. Bu manzara karar vermem için başlı başına yetiyordu.
"Tamam. Anlaştık. Yardım teklifini kabul ediyorum."
Bunu dememle tanrısal gözlerinde bir heyecan parıltısı geçti ve istediğini almanın vermiş olduğu sevinçle bir kahkaha daha attı.
"O zaman" dedi. " Sana iyi geceler dilerim Kimberley Hall."
Bunu demesiyle ellerini çırptı ve tüm görüş alanım beyaz bir ışıkla kaplandı. Vücudumun aşağıya doğru düştüğünü ve gözlerimin istemsizce kapandığını hissettim. Hala bilincim kapanmamışken yüksek sesle küfrettim ve bedenimi uykuya teslim etmek zorunda kaldım.
Pekala...
Her şeyi baştan anlatsam daha iyi olacak sanırım.
###
Bir gün önce.
Saat:00.30
Yer: Katanya Kıyıları
Karanlık ve ıssız bir ormanın içinde yüzde bin beş yüz ölme ihtimalimize karşı gene de yürümek zorundaydık. Çünkü görevimizin bundan sonraki kısmı savaştığımız düşmanın tarafında olan küçük azınlıklara, gemide haddini bildirmek değil direk düşmanın kendisi ve onun pek sevimli(!) ailesine,onların evinde haddlerini bildirmekti. Kehanette adı geçen "Tayfun'un çocukları" annelerini,yani Tayfun'un karısı olan Ehidna'yı çağlar önce Olimpos'a açtığı savaşta kocasıyla birlikte yenildiği için Zeus onu ve sevgili(!) kocasını Etna Yanardağı adında İtalya'da bulunan bir volkana kapatmıştı.Tabi Percy ve Annabeth'in anlattığına göre bundan beş-on sene önce Tayfun dışarı çıkma cesaretini gösterip gene Olimpos'tan dayak yiyerek sevgili karıcığının(!) yanına geri dönmüştü. Tabi bu sırada bu olay olurken Percy ve Annabeth'te Kronosla savaşmış. Hem de New York'un ortasında büyük bir canavar ordusuna karşı. Tabi ki yanlarında diğer melezlerden oluşan gene büyük bir ordu varmış ama yani bir kiklopa düşen melez sayısının beş olduğunu varsayarsak bu oldukça cesaret isteyen bir şey.
Herneyse. Eğer kehanete geri dönersek bizden çözmemiz istenilen sorun şuydu.
Yarısı bir yılan bedeni ve diğer yarısı güzel bir genç kızın bedenine sahip olan Ehidna'yı (en azından Annabeth'in ansiklopedisinde böyle tasvir edilmişti) onun sevimli mi sevimli(!!) yaratık çocuklarını ve yumuşak başlı(!!!) kocasını etkisiz hale getirmeliydik.
Tabi böyle söyleyince içimden intihar etmek daha acısız bir ölüm olabilir diye düşündüm ama hala beden-ruh-travma-nathan-istemsizce yapılan cinayetler-anormal melezliğim başlıklarıyla boğuşuyordum ve içimdeki çok güçlü bir his tüm bu sorunların cevaplarını alabilmek için bu görevi hakkıyla yerine getirmem gerektiğini söylüyordu. Ki bu cevapların sevindirici veya rahatlatıcı olmama gibi bir olasılıkları da vardı. Gene de...
Tamam pekala, durumum pek iç açıcı değildi. Ama her zaman bir umut vardır. Öyle değil mi?
Ormanda bulunmamızın sebebine gelelim. Ehidna ve Tayfun'un hapsedildiği dağ şuan bulunduğumuz Katanya Kıyılarının yakınında bir yerdeymiş. Bunu bize Annabeth gemide söylediğinde Leo hemen 2. Argo'nun motorlarını hızlandırmıştı ve iki günde geminin İtalya topraklarına adım atmasını sağlamıştı. Piper gibi büyükonuş yeteneği hiçbirimizde yoktu o yüzden başta biraz zorlanmıştık. Mesela drahmilerimizi Euro'ya çevirmek için bir melez-dövizi bulmak çok zordu. Sonra kafamızı toplamak için bir otelde kalmayı düşünmüştük ama yanlışıkla bir aşk-oteline girince kadın yaşımızın küçüklüğüne şoke olup daha Nico İtalyanca konuşup durumu düzeltmesine fırsat bıraktırmadan polisi aramıştı ve bizde kaçmak zorunda kalmıştık Pekala kısıtlı bir süremiz yoktu ama hiçbirimiz görevin geri kalanında bir İtalyan hapishanesine tıkılmayı istememişti. Ve Leo bizi bu otele yönlendiren Annabeth olduğu için günün geri kalanında Percy ve Annabeth'le dalga geçmişti.En sonunda gemiyle Katanya kıyılarına gelmiştik ve koca ıssız bir ormanla karşılaşmıştık. Buraya kadar her şey normaldi. Ama isterseniz bundan sonraki kısmı size daha ayrıntılı anlatayım ki baştaki diyoloğu anlayabilesiniz.
"Nereye gittiğimizden eminsin değil mi Leo?" Annabeth ağzından buharlar çıkararak bunu sorduğunda Leo büyülü haritasından kafasını kaldırdı ve sırıtarak Annabeth'e baktı.
"Aşk kadını Annabeth mızmızlanmaya mı başlamış" dedi ve pis pis sırıtıp tekrar haritasına gömüldü.
Leo'nun espri anlayışı bazen acımasız olabiliyordu ama şuan söylediğine gülmemek için ağzımdan bir aksırma sesi çıktığında Annabeth'in öldürücü bakışları hemen beni buldu ve yolun geri kalanında cenazeye katılan bir insan ciddiyetine büründüm.
Bu sırada Percy çantasından çıkardığı bir hırkayı Annabeth'e uzatırken Leo'ya sırıtarak baktı.
"Bakıyorum da aklın o aşk otelinde fazla takılı kaldı. Söylesene,kimle ilgili hayaller kuruyordun?"
Percy gülerek bunu söylediğinde Leo'nun yüzü ciddileşti ve uzun bir süre sessiz bir şekilde ilerledi. Annabeth Percy'e minnettar bir ifadeyle bakıyordu. Bunun nedeninin hırka mı yoksa Leo'ya attığı laf mı emin olamadım. Ama ben Percy'nin fark etmeden Leo'nun zayıf noktasına bastığını anlamıştım. Gene de, ilerlemeye devam ettik ve gökyüzünün çok uzak bir köşesinde yükselen siyah dumanları görünce herkesten bir sevinç nidası yükseldi.
"İşte bu bebeğim! "
Leo haritayı öpüp tekrar alet kemerine sıkıştırdı. Annabeth Percy'i öptü. Nico onlara öldürücü bir bakış attı.(Genelde böyle yapıyor ve nedenini çok merak ediyorum) Ve bende önümüzdeki 2 saat boyunca hayati tehlike yaratacak yaratığın nefes alış verişini duydum.
"Siz de bir şey duyuyor musunuz?"
Bunu dememle birlikte herkes dikkat kesildi. Percy'nin eli dalgakırana gitti. Annabeth bacağına sakladığı hançeri kavradı. Leo'nun yumrukları anında alev aldı. Nico baş parmağını orta parmağındaki yüzüğe bastırıp siyah kılıcının çıkmasını sağladı. Ve bende altın bilekliğimi kopardım. Tüm taşları yere düşünce sihirle altın ok ve yayıma dönüştü. Ok takımımı sırtıma taktım ve bir ok alıp yaya hızlıca gerdim.Nico aniden hapşurunca ağaçların arasından devasa bedeni ve altın sarısı yelesiyle Nemea Aslanı karşımıza çıktı. Ve onla birlikte birsürü küçük telekinez.
Beşimiz sözsüz bir anlaşmayla Leo ve benim telekinezlerle savaşmamıza , Nico,Percy ve Annabeth'inse Nemea Aslanıyla savaşmasına karar vermiştik.
Leo hemen elleriyle hızlı hızlı ateş topları fırlatmaya başladı. Bende gelen her telekinezin köpek başlarında hırlamak için açılan ağızlarından içeriye oklarımdan yolluyordum. Leo'nun gönderdiği her ateş topuyla bir telekinez ölmesine ve benim de oklarımı hiç ıskalamadan atmama rağmen telekinezler bitmiyordu. Sanki ağaçların arasında bir klonlama makinesi vardı ve her ölen telekineze karşı 20 telekinez klonluyordu.
"Onlara yardım et Kimberley!" Diye bağırdı ve önündeki telekineze bir ateş topu daha fırlatıp buharlaşmasını sağladı.
Leo'nun bunu demesiyle hızlıca Nemea Aslanı'nın olduğu yere baktım. Percy Nemea aslanın önüne geçmişti ve mükemmel reflekslerle ona kılıç sallıyordu. Annabeth Nemea aslanının üstüne çıkmış her tarafına hançerinden saplıyordu. Nico ise Nemea Aslanı'nın altında olağanüstü bir çeviklikle aslanın dengesini kılıcıyla bozmaya çalışıyordu.
"Bence oldukça iyi idare ediyorlar!"dedim ve önümdeki telekinezin beynine okumu attım.
" Daha iyi bak Kimberley!"diye bağırdı. Ama aniden ona bir şey oldu. Cidden muazzamdı. Acı bir çığlık attı ardından iki elinden de dev bir ateş patlaması çıkardı. Gözleri kor gibi parlıyordu ve saçları yanmak yerine havalanıyordu. Sanki bir ateş tanrısı gibiydi. Ama bu dikkat dağıtıcı düşünceyi hemen geri itekledim. Dikkatimin Leo'nun aniden oluşan güç patlamasıyla dağılması gibi bir lüksüm yoktu şu an. Leo neredeyse 15 dakika boyunca durmaksızın telekinezlere doğru ateş püskürttü. Ve sonunda durduğunda gözleri tekrardan kahverengiye dönüp elleri normale dönünce ve etrafındaki güç kalkanı kaybolunca yere düştü. Etrafıma bakınca etrafımızdaki herşeyin yandığı ve ağaç dallarından da dumanlar yükseldiğini ama nasıl oluyorsa benim bulunduğum o küçük alana hiç bir zarar gelmediğini gördüm. Leo'ya bakıp ona bağırarak kutlamayı düşünüyordum ama ona bakmamla telaşla yanına gitmem bir oldu. Yerde kıvranıp öksürüyor ve cidden bitkin görünüyordu.
"Be-ben iyiyim." Bana bakıp sırıtmaya çalıştı ama acıyla yüzünü buruşturdu. Ve o sırada karnındaki ısırığı gördüm. İğrenç yeşil zehir gömleğine bulaşmıştı ve ısırık kanıyordu. Leo gözlerime baktı.
"Leo! Sen!"
Konuşamıyordum. Hıçkırmaya başladım ve bir an etrafımı panik duygusu kapladı. Bir şeyler harekete geçiyordu. Bazı anılar. Dejavu yaşıyordum. Hem de çok kötü bir dejavu. Onun öldüğü gece gibi. Elimden bir şey gelmiyordu. Aniden elimin üstünü oldukça sıcak bir şey kapattı. Bu Leo'nun eliydi.
"Kimberley lütfen güçlü ol.Ben burda iyiyim. Şu lanet aslanı öldür ve beni seksi iyileştirme yeteneğinle eski halime döndür." Dedi ve sırıttı. Bende ona sırıttım. Güçlü olmalıydım. Kahverengi gözlerine baktım. Aniden gelen ve benim bile şaşırdığım bir dürtüyle Leo'nun yanağını öptüm. Bana şaşkınca bakıyordu.
"Bu seninde güçlü kalman içindi." Cevap bile vermesine zaman bırakmadan hemen ayağa kalktım ve Percy'lere yardım etmek için koşmaya başladım. Tek düşündüğüm Nemea Aslanı'nın boğazından içeriye yirmi ok sokup onu yeraltına yollamaktı. Nemea Aslanı'nın olduğu bölgeye gidince Leo'nun ne demek istediğini anladım. Cidden yardıma ihtiyaçları vardı.
Percy yaralı olan sol kolunu kullanmadan Nemea Aslanın yırtıcı suratıyla savaşıyordu ve tek elini kullandığından oldukça yorulmuşa benziyordu. Annabeth'in boğazında bir pençe izi vardı. Sıyrık gibiydi. Yani kanamıyordu. Ama zehir yüzünden hareketleri çok dengesizdi ve aslanın tepesinden düştü düşecek durumdaydı. Nico'nun bacağı aslanın ayağının altındaydı ve çıkamıyordu. Cidden paniklemişe benziyordu. Hemen harekete geçtim. İlk önce Nico'nun yanına gidip ayağını kurtardım. Nico gözleriyle teşekkür etti ve başımın üstünden geçen kuyruğu kılıcıyla kesti. Bu acıya dayanamayan aslan zıplayarak kendini sağa attı. Annabeth'de zehir yüzünden oluşan bir sersemlikle dengesini kaybetti ve düşerken kazara hançeriyle aslanın karnında devasa derin bir yarık açtı. Sonuç ise fışkıran kan ve daha da iğrenç bir şekilde fışkıran bağırsaklar oldu. Ve Annabeth bu iğrençliği görünce gene zehrin etkisiyle dayanamayarak iç organlı bölgeye kustu.
Bu iğrençlik, Percy aslanın kafasını tek bir kılıç hareketiyle gövdeden ayırınca altın bir tozla kayboldu. Ve ardından Percy yere yığıldı. Aynı şekilde Annabeth'de zehirin etkisine daha fazla dayanamadan yere yığıldı. Ve Nico'da... O zaten baygın bir şekilde yerde yatıyordu. Bu sahneyi görüp bende çimlerin üzerine yığılabilirdim. Ama aklımda tek bir düşünce vardı.
Leo'nun yanına gitmeliydim.
Bu aniden gelen düşünceyle hemen koşarak-ama o sırada nedenini bilmediğim iğrenç bir acı yüzünden topallayarak- Leo'nun olması gereken yere gittim. Koşarken etrafın bulanıklaştığını ve gücümün hızla bedenimden çekildiğini hissettim. Başımı hızlıca sağa soğa salladım ve bu hissin geçmesini sağlamaya çalıştım. Ve tam ne oluyor diye kendime bakacağım sırada 10 metre ilerideki tanıdık kahverengi gözleri gördüm.
"LEO!"
Bağırarak ona daha hızlı koşmayı denedim ama istemsizce yere yığıldım. Hem bedensel açıdan hem de gördüklerim yüzünden çok kötü acı çekiyordum. Leo yaralı haliyle,ve kesinlikle baygındı,elleri ve ayakları sis gibi görünen ve gerçek dışı iplerle büyük bir Kiklop'un eline bağlanmıştı. Kiklop diğer eliyle poposunu kaşıdı ve bu sırada yerde yığılmış olan beni gördü. Ondan gizlenmediğim için kendime küfürler yağdırırken Kiklop hunharca kükredi ve bana doğru koşmaya yeltendi. Ama tam o sırada keskin bir kırbaç sesi yankılandı. Kiklop acıyla böğürdü ve ezik büzük bir biçimde tekrardan eski yerine döndü. Hala bana öldürücü bakışlar atıyordu bu yüzden gözlerimi kikloptan kırbacı vuran kişiyi bulmak için ayırdım.
"Demek şu ünlü Kimberley sensin." Sesin geldiği yöne baktım.
Hayatımda gördüğüm en çekici kızlardan( ki bunlar okulun amigo kaptanı ya da güzellik yarışması birincisinden oluşuyordu) daha dikkat çekici görünen bir kız (18-19 yaşında görünüyordu) beyaz bir elbiseyle kiklobun arkasından çıktı ve bana banyodaki hamamböceğiymişim gibi gözlerini kısarak baktı.
Elinde tuttuğu kanlı kırbacı beyaz eldivenlerinin üzerinde pis kırmızı bir leke bırakacak şekilde temizledi ve elinde hazır tuttu.
"Senin daha güçlü veya daha güzel olabileceğini düşünmüştüm" Sesindeki alay ve kibirden tiksinerek ona baktım. Ve bu sırada ayağa kalkmak için çabaladım ama sol baldırımdaki acı yüzünden geri yere yığıldım.
"Hah! Telekinez zehrine bile dayanamayan bir melez bozuntusunu neden hala bu kadar abartıyor anlamıyorum."
Bunu demesiyle kiklop yerinde huzursuzca kıpraştı.
"Biliyorum Hank. Ben olsam şuracıkta öldür derdim ama o efendimize lazım." Etrafa şöyle bir baktı ve gözleri belli bir yerde sabitlendi. Acı anında gözlerinde belirmişti. Sanırım belli bir tereddütte düşmüştü. Bu fırsattan faydalanarak 30 santim arkamda olan ok ve yaya uzanmak için hamlemi yaptım. Göz açıp kapayıncaya kadar oku o kibirli prensese doğrultmuştum bile.
" Bana bak seni dangalak prenses bozuntusu! Ya ait olduğun yere Disneyland'e geri dön ya da o ipekten beyaz elbisenin ortasına kanlı bir kaç delik açalım. "
Bana baktığında az önceki güçlü halinden eser yoktu. Aslında anlık bir zayıflığı yüzünden kendine kızgın ve bana karşı şaşkın gözüküyordu.
"Şimdilik böyle olsun bakalım. Ama onun eline düştüğün zaman hala aynı cesareti gösterebiliyor musun o zaman görürüz."
Bana vahşice gülümsedi ve elindeki kırbacı havada şaklatarak üçünün de kaybolmasını sağladı.
ÜÇÜNÜNDE!
İş işten geçtiğinde acıyla haykırdım.
"LANET OLSUN SENİ DALLAMA KÜÇÜK SÜRTÜK!" "LEO'NUN HİÇ BİR SUÇU YOKTU!"
Bağırarak ve acıya aldırmadan az önce bulundukları yerin orda tepiniyor ve gökyüzüne küfrederek bağırıyordum.En sonunda bunun bir işe yaramadığını anladım.
Hıçkırarak baygın olan Percy, Annabeth ve Nico'nun yanına gittim. Bacağım daha kötü bir şekilde zonklamaya ve zehirin etkisi yüzünden dengemi sağlayamamaya başlamıştım.
İşte bu sırada havada o göründü.
Gözlerimi kapatarak kör edici beyaz ışığın geçmesini bekledim.
Ve gerisini biliyorsunuz işte. Hypnoz beni kendi çıkarları için bir anlaşma yapmaya zorladı. Başka şansım yoktu.Benim ise tek istediğim arkadaşlarımı kurtarmaktı.
Ama anlaşma her aklıma geldikçe midem bulanıyordu.
Neden böylesine vahşice bir şey istiyordu ki?
Ama sonra düşündüm.
Anlaşma ne olursa olsun artık çok geçti.
Görevi başarıyla yerine getirip en başından beri kafamı kurcalayan soruların cevaplarını öğrenmeliydim.
Cevabı her ne olursa olsun!

Nothing Left To SayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin