Kaç ay oldu bilmiyorum. Özür dilesem yersiz. Sadece yazıyorum. Zaman buldukça ya da kendimi iyi hissettikçe? Okuyan kaldı mı bilmiyorum. Anlayışla karşılayan olur mu onu da bilemeyeceğim. Sadece bir sonu hak ediyorsunuz. İlk bölümden beri okuyan herkese çok teşekkürler. Oylar 1 k olmuş zaten geçenlerde baktım. Baya hoş yani . Baya. Cidden. Evde ilk 12 oyumu aldığım o gün nasıl dans ettiysem öyle dans ediverdim.
Multileri dinleyin yav. Çok önemsiyorum ben o kısımları :D
Çok uzatmadan iyi okumalar o zaman.
Sizi seviyorum ^_^Sessizlik. Tek duyduğum sessizlikti. Kalp atışımı bile duyamıyordum. Doğal bir sessizlik değildi bu. Sessizliğin içinde boğulacak kadar duyamıyordum. Ve göremiyordum. Karanlık tüm yanımı kaplamış ve tek bir ışık hüzmesi bile yoktu. Hareket edemiyordum. Kollarımı oynatmak istiyordum ama kollarımın yerinde olduğundan bile emin değildim. Ama en kötüsü sessizlikti. Nefes almak için ağzımı açıyordum ama nefesimin sesini bile duyamıyordum. Kalp atışımı neden duyamıyordum? Paniklediğimi hissediyordum. Panik boğazıma kadar ilerledi. Çıkmak isteyen bir baskı hissettim ve...
Her şey tek bir çığlıkla başladı. Duymayı beklediğim ilk şey değildi. Artarak devam etti. Sonra ikincisi geldi. Ve üçüncüsü. Ve daha sayamayacağım kadarı. Kulaklarımı tıkamak için ellerimi kaldırmak istedim ama hareket edemiyordum. Çığlıkları atanların çektikleri acılar her bir hücremi bıçaklıyordu. Tüm ruhlar... Öylesine yoğundu ki. Ben de çığlık atmak istedim ama onlarınkinin yanında kendi acılarım öylesine değersiz geldi ki susmayı tercih ettim. Vücudum bu acılara daha fazla dayanamayacağını anlayıp pes etmek yerine sanki gücünü acılardan alan bir canavarmışım gibi hepsini yutuyordu. Bedenim bu acılardan zevk alıyordu ama ruhum...
Koptuğumu hissettim. Tüm gerçekliklerden. Düşünemiyordum. Boşluk beni yutuyordu ve ben sadece sonsuzluğun içinde savruluyordum. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Kim olduğumu ya da ne olduğumu... Sadece savruluyordum.
Ve en sonunda boğuldum.
"UYAN"
Leo Valdez
Kimberley'nin titremesiyle uyandı. Kollarının arasındaki o minik bedeni öylesine titriyordu ki... Spazmlar geçiriyor gibiydi. Leo korktu. Kimberley inlemeye başladı. Boğuluyor gibiydi. Elleri kulaklarını tıkamaya çalıştı. Sonra kaşları çatıldı. Deli gibi titriyordu. Elleriyle bacaklarını kavradı ve derisini çizmeye başladı. Vücudu kasıldı. Ve aynı anda tüm vücudu fişi çekilmiş gibi serbest kaldı. Nefes alış verişi durmuş gibiydi. Leo'nun kalbi sıkışır gibi oldu.
"UYAN" Onu sarsmaya başlamadan Kimberley'nin gözleri sanki komutu alan bir robotmuşçasına açıldı. İlk 10 saniye göz bebekleri Leo'ya öylesine bir korkuyla baktı ki...
Kimberley Hall
Hayat acımasız. Ve eğer hayattan ne istediğinizi bilemezseniz sadece gerçeklerin içinde boğulursunuz. Ve ben ne mi istiyordum? En temel şeyi. İnsanoğlu dünyaya adım attığından beri ne istiyorsa onu.
HAYATTA KALMAK.
O yüzden eğer güvenebileceğiniz bir sığınağınız varsa durmayın hemen sarılın ona. Sonrasını düşünmeden ya da öncesini. Sadece sarılın ve sizi yutulmaktan kurtarsın. Bende öyle yaptım. Ruhum bir komutla irkildiğinde gördüğüm ilk şey Leo'nun yüzüydü. Aslında o sırada onun Leo'nun yüzü olduğunu ayırt edecek durumda bile değildim. Ama içgüdü işte. Vücudumuz bile bizim için güvenli olan yeri bizden daha iyi biliyor. Onun kollarına doğru atıldım. Sımsıkı sarıldım ve bırakmadım. Düşüncelerim hala bulanıktı. Hala gerçekliği idrak edemiyordum. Tek bildiğim bulunduğum yerin doğru yer olduğuydu.
Leo Valdez
Kim birden kollarına atılınca Leo ilk önce şaşırdı ama hemen sonra onu koruması gereken narin bir kelebekmişçesine kollarıyla sardı. Leo Kimberley'nin akıl sağlının bozulduğunu biliyordu. Sadece bu sefer ki biraz fazlaydı . O gün,Kimberley'nin onun zindanına geldiği o gece,den beri üç gün geçmişti. Kimberley geceleri haykırıyordu. Ya da gün içinde kendi kendine konuşuyordu. Leo bir kaç defa ona neden kendi kendine konuştuğunu sormayı denemişti. Ama aldığı cevap hep " Kendi kendime konuşmuyorum ki. O burda. Hepiniz onu göreceksiniz. O yanlızca birazcık utangaç." Diyerek kahkaha atmaya başlıyordu. Sonra da kahkhaları ağlamaya dönüşüyor ve ardından tüyler ürperten çığlıkları geliyordu. Kimberley o çığlıkları attığında hep "Yeter" diyerek bağırıyordu. "Beni rahat bırak." Leo korkuyordu ama bir şey yapamazdı. Bu geri dönüşü olmayan bir yolda olabilirdi.
Derin bir nefes aldı. Daha ne kadar sürecekti. Yeteri kadar acı çekmemiş miydi? Sadece mutlu bir son istiyordu.
"Mutlu son." Diyerek güldü. Fazla ütopikti.
Nico Di Angelo
"Will!" Nico acıyla haykırdığında Will sadece ona bakıp sırıtmakla yetindi.
O canavar Nico'da derin bir darbe bırakmış, bacağının bir kısmının resmen derisini yüzmüştü. Will'de işte şey o deriyi yeniden oluşturmaya çalışıyordu. Yani sanırım. Nico bu işlerden anlamazdı. O canlı olanlarla değil ölülerle ilgilenirdi. Gene de bu yeniden oluşturma şeysi acı verici miydi? Kesinlikle. Bu Will'in umrunda mıydı? Elbette hayır.
"Hayalet kral ağlayıp sızlanmasak bacağını daha kolay iyileştirebilirim." Will gene sinir bozucu bir sırıtışla bunu söylediğinde Nico sinirle ofladı.
"Hayır yani bundan neden zevk alıyorsun ki? Acı çekmem hoşuna mı gidiyor ?" Nico bunu sorduğunda Will'in yüzündeki sırıtış silindi.
"Hayır. Emin ol gitmiyor." Sonrada bacağı hızlıca sarıp kendi köşesine çekildi. Nico bu ani tepkiye bir anlam veremese de çok da umursamadı. Görev berbat bir hal almıştı ve o bu şekilde yük olmaktan nefret ediyordu.
"Hep bunu yapar mısın?" Will aniden sessizliği bozdu.
"Neyi?"
"Hep bu kadar ciddi olup karşındakinin moralini bozmayı."
Nico bu suçlama karşısında omuz silkti.
"Amacım bu değil. Sadece yapım bu" Will bu cevap karşısında biraz sessiz kaldı.
"Benden nefret ediyorsun değil mi? Diğer herkesten nefret ettiğin gibi." Nico bu cümle karşısında biraz afalladı.
"Herkes değil..." Diye mırıldandı.
"Ah tabi Jackson hariç." Nico daha sessiz olamadığına mı kızsın yoksa Will'in bunu nerden bildiğine mi diye düşünürken bir anda kendisini Will'in boğazına yapışmış halde buldu.
"Sen... Bunu nerden biliyorsun?" Nico sinirden dişlerinin arasından söylediği bu sorunun cevabıyla yanıp tutuşuyordu.
Will sakince omuz silkti.
"Belli ediyorsun." Nico bu cevapla daha da sinirlendi. Gözleri sinirden olsa gerek istemsizce doldu ve yumruğunu Will'in suratına geçirmek için hamlede bulundu. Ve yapamadı. Eli soğuk duvara çarparken bir kaç boya parçası üzerlerine döküldü.
"Beni tanımıyorsun bile Sollace." Will'in masum suratında ona hiç uymayan küstahça bir ifade belirdi. Ve aniden Nico'nun aklının ucundan bile geçmeyecek bir şey yapıp onu öptü. Tam dudaklarından. Nico'nun kuru ve soğuk dudaklarından. Nico şaşkınlıktan ne yapacağını bilemezken bir anda vücudunun hafiflediğini hissetti. Sanki Will Sollace onu öperken aynı zamanda acısını emiyordu.
Nico bu duyguya çok yabancıydı. Geri çekildi.
Will'in gözündeki parıltılar Nico'nun aklını daha da karıştırdı. İnsanlara bu kadar yabancı olmak onların hissettirdiklerine de yabancı olmasına neden oluyordu.
"Seni uzun süredir tanıyorum Nico Di Angelo. Sadece sen farkında değildin."
Percy Jackson
Bu hayatı istememişti Percy. Kim kendi yaşadığı hayatı isterdi ki zaten? Seçimlerimizden biz sorumluyduk. Peki ya bizim dışımızda gelişen olaylar. Bazıları buna kader diyor. Bazısı tanrıyı/tanrıları suçluyor. Bazıları bitmek bilmeyen bir umutla sabrediyor. Percy bilmiyordu. Artık hayatını sorgulamayı bırakmıştı. Sadece olanlar karşısında artık ne yapacağını,nasıl bir duruş sergileyeceğini bilemiyordu. Çok yorulmuştu. Sadece bitsin istiyordu. Artık her şey bitsin ve...
Ve sonra ne?
Bittiğinde nasıl bir durumda olacağını bilebilir miydi? Yaşayacağını bile sanmıyordu. Daha görüntüsünü bile bilmediği bir canavar ,ki bunu da bilmiyordu, ya da melez düşmanı olan herhangi bir tür tarafından öldürülecekti.
Pes edemezdi. Hayatında yaşamak için tek bir sebebi vardı.
Annabeth. Onu bırakamazdı. Onu bulmalıydı. Buna klişe diyebilirsiniz ya da sıkıcı. Aşk böyleydi çünkü. Belki biraz sıkıcı ve klişe? Fazla yağlı bir mısır gibi belki? Abartılmış? Ne olursa olsun Percy hislerine güvenirdi ve hisleri kurtarması gereken bir görev olduğunu söylüyordu.
"Geleceğimiz için bilge kız."
Percy bağlı olduğu sandalyeden kollarını kurtarmaya çalıştı. İşe yaramıyordu. Demir kelepçeler bana mısın demiyordu. Percy öfkelendiğini hissetti. Ve bu öfkeyi suyu çağırmak için kullandı. Su her zaman ki gibi itaat etti.
Percy daha çağırdığı su kütlesi gelmeye başlamadan bir şeylerin tuhaflaştığını hissetti. Sıcak. Çok sıcaktı. Gelen şey oldukça sıcaktı. Ve gözünün önünde devasa bir lav kütlesi belirdiğinde...
"Vay anasını..." Percy kahkaha attı. Cidden bunu yapabileceği aklının ucundan bile geçmezdi.
Devasa lav kütlesiyle zincirleri eritti ve sandalyeden kurtuldu. Sonrada kapalı kaldığı zindan demirlerinden başını sarkıtıp koridorda canavar var mı diye baktı. İki tane gardiyan kılıklı minator koridorda devriye geziyordu. Percy her zamanki alaycılığını kullandı.
"Hey siz hızmalı boğalar!" Minatorlar Percy'nin olduğu tarafa doğru aniden döndüler. Sinirle Percy'nin olduğu zindana doğru koşmaya başladılar. Percy zindanın ortasına geçti.
"Hadi ama utangaç et torbaları.Yoksa benden korkuyor musunuz?" Minatorlar sinirle zindan demirlerini kırıp zindanın ortasına atladılar.
"Çok teşekkürler. Çok centilmensiniz." Percy arkasında duran lav kütlesini daha minatorlar ne olduğunu dahi anlayamadan üzerlerine püskürttü.
Geriye kalan altın tozuna bakıp gülümsedi Percy.
"Hadi gidip biraz daha canavar kıçı tekmeleyelim."
Annabeth Chase
Nereye götürüldüğünü bilmiyordu. Ama homurtulardan anladığı kadarıyla oldukça fazla canavarın olduğu bir yerdeydi. Ya da domuzların?
Bir anda onu sürükleyen canavar durdu. Annabeth saldırmak için hazırlandı. Başındaki çuval kaldırıldığında...
"Cehenneminize hoşgeldin melez." Her taraftan yankılanan bu ses. İşkence çektikleri günler onla konuşan sesle aynıydı! Kendinden emin duruşu yerini korkuya bıraktı.
"Son savaşınıza hazır mısınız?"
Annabeth bulunduğu yeri anlamaya çalıştı. Tavan görünmeyecek kadar yüksekteydi. Girintiler , çıkıntılar ,farklı yerlere açılan bir sürü tüneller, kayaların ardından fışkıran lavlar, lav nehirleri ve onbinlerce canavar...
Tartarus'un bir yanılsaması gibiydi burası.
"Ve işte hepimizin buraya toplanma amacı, ki sen onu gayet iyi tanıyorsun bilge kız."
Yukarıdan aniden inen bir kafes ve kafesin içinde...
"Kimberley!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nothing Left To Say
FanfictionKimberley 16 yaşında normal hayatı olan bir genç kızdı. Bazı olağandışı durumları saymazsak tabi... Bir gün bir çocuk ona Melez Kampına gideceklerini söylediğinde tek istediği sorularının yanıtlarını alabilmekti. Ama acaba yanıtlar merak ettiği kada...