Su Volkan'ın diz kapaklarına kadar gelmişti, sandalyenin arkasında bağlı olan elleri artık suyun içinde olduğu için sallamakta zorluk çekiyordu. Gözlerimi ondan ayırmadan izlemeye devam ettim, kurtulamayacağını bildiği halde çırpınıyordu. Bir an tüm insanoğlunun böyle olduğunu düşündüm.
Bir insanı uyurken yastıkla boğmaya çalışsak, ondan daha güçlü olduğumuzu ve yenileceğini bildiği halde ittirmeye uğraşacaktır. Bu yaşama içgüdüsü o kadar derindir ki, bazen hiç ummadığın şeylere neden olur. Tıpkı Volkan'ın az önce debelenirken sandalyesinin tek bacağını kırıp yarım metre yüksekliğindeki suya girmesi gibi.
Ağzı, elleri ve ayakları bağlı olduğu için -birde sandalyeye bağlı tabii- kıpırdayamıyor, suyun altında çırpınıyordu.
Yaklaşık 1 dakika sonra çırpınmayı kesmişti, gözleri ve ağzı açık, bomboş bir yüz ifadesiyle Doğu'ya doğru bakıyordu. İlk defa bir insanın ölümüne tanık olmuştum. Derin bir nefes alıp Doğu'ya baktım. Kendinden emin bir şekilde hala borulardan su akan kavanozu inceliyordu. Bakışlarını yavaşça gözlerime değdirdiğinde tek kaşımı muzipçe havaya kaldırdım.
Bana doğru sırıtıp arka cebinden telefonunu çıkarttı. Ekranda birkaç yere tıkladıktan sonra telefonu kulağına götürdü, ortam sessiz olduğu için telefonun arama sesini duyabiliyordum. 10 saniye geçmeden telefon açıldı.
"Temizle şurayı, iş bitti."
"10 dakikaya oradayım." Telefondaki her kimse bizim 35 dakikada geldiğimiz yolu 10 dakikada geleceğini iddia etmişti. Eğer evi buralarda değilse -ki yakınlarda bir klübe dahi yok- bu neredeyse imkansız. Fakat Doğu'ya birşey demedim.
"Gidelim mi?" Telefonun kapandığını, hatta Doğu'nun soruyu bana yönelttiğini farkedince hesaplamaları bırakıp ona döndüm.
"O adamı nereye götürecekler?"
"Yalnız başına fosilleşeceği bir yere." Çarpık bir şekilde gülümseyip omuz silkti. Tepki vermeden yavaş adımlarla fabrikanın çıkış kapısına yürümeye başladım. Oda bir adım arkamda ilerliyordu. Acaba bu gece uyuyabilecek miydim?
"Ben geldim!" Neşeli bir kadın sesi çıkmayı planladığım kapıdan fırlayınca irkilip geri çekildim. Tam arkamda duran Doğu'nun belimi kavramasıyla gerildiğimi hissettim. Şuan. Neden. Bana. Dokunuyorsun. Lanet. Olası.
Fakat düşündüklerimi dile getirmeyi reddedip ellerinden kurtuldum. Kapıdan fırlayan kız sarı saçlarını gelişigüzel topuz yapmış, pembe gömleğini dar kotunun içine sokmuştu. Bileğinde sayısız bileklikler, suratında ağırlığı göze verilen bir makyaj vardı. İncelemem bitince soru sorar gibi Doğu'ya baktım. Gayet rahat görünüyordu.
"Bu Fariza, temizleme şirketinden." Doğu, adının Fariza olduğunu öğrendiğim kıza doğru göz kırpınca kızda 32 diş sırıttı. Telefonda konuştuğunun erkek olduğuna kalıbımı bile basardım ama şuan karşımda seksi bir kız vardı.
İstemsizce gözüm kendi üstümdeki bol tişört ve pantalona kaydı. Şükürler olsun ki yakınlarda ayna yoktu, yüzümü görmek bile istemiyordum.
"Bende Arya." Sesim sandığım bile daha mesafeli çıkmıştı, kız tekrar sırıtıp cam kavanozda yüzen Volkan'a doğru yürümeye başladı.
Artık kapıdan çıkma zamanımın geldiğini kendime hatırlatıp kapıya yöneldim. Fakat ağzı yarı açık kalan kapıdan birisi daha fırlayınca bu pek mümkün olmamıştı. Dudaklarımın arasından sessiz bir küfür savurup sıradaki gelene baktım.
1.90 boylarında, geniş omuzlu, kirli sakallı ve belirgin elmacık kemikleriyle karşımda duran çocuğa birkaç saniye baktıktan sonra kim olduğunu hatırladım. Bu Levent'in ayarladığı çalışma grubunda ki 5.kişiydi, o kendi psikolojik sorununu anlatırken ben Doğu'yu incelediğim için tamamiyle kaçırmıştım.
Kapıyı tekmeleme isteğimi bastırıp dişlerimin arasından gülümsedim, oda gülmeye çok istekli değildi zaten.
"Ve buda Özgün, temizle şirketinin diğer personeli." Gülmemek için kendini zor tutan Doğu'ya öldürücü bir bakış atıp başımla selamladım.
O yanımdan geçip gidince birkaç saniye kapıdan birinin daha fırlamasını beklesem de gelen giden yoktu. Derin bir nefes alıp kapıdan dışarı çıktım. Yağmur yağmış olmalıydı çünkü havaya belirgin bir toprak kokusu hakimdi.
"Nasıl bu kadar hızlı gelebildiler?"
"İş olduğu günler daha önceden haber veriyorum, fabrikanın arkasında ki evde bekliyorlar." Tabii ya, fabrikanın arka cephesini görmediğim için arabayla geleceklerini zannetmiştim. Başımla onaylayıp arabanın yolcu koltuğuna yerleştim. Havaya rağmen sıcaktı, deri ceketimi çıkartıp ellerimin arasına aldım. Gözleriyle hareketlerimi takip ederek sürücü koltuğuna oturdu.
-
"Bıraktığın için teşekkürler." İçinde kibarlık olan sözcükler kurmak ağzımda kusmuk çevirmek gibi gelse de istifimi bozmadan gülümsedim. Arabanın kaputuna kalçalarını koyarak ellerini göğsünde birleştirdi. Sanki birşey bekliyor gibiydi. "Ne var?" En sonunda tüm kibarlığımı kaybetmiştim, harika.
Yaklaşık 10 saniye kadar yüzüme baktıktan sonra kaputa dayamaktan vazgeçip arabaya indi. Ağzım açık ne yaptığına bakarken yolcu koltuğu tarafındaki camı açtı.
"Rica ederim Arya. Bir dahaki sefere hazırlıklı gel." Gülümsedi, fakat bu içten bir gülümsemeden çok haince bir sırıtışı andırıyordu. Ne dediğini anlamasam da üstelemeyip eve yöneldim.
Kapının zilini 2 defa üst üste çaldıktan birkaç saniye sonra yavaş bir gıcırdamayla açıldı. Annem tam karşımda solgun bir ifadeyle dikiliyordu, benim geldiğimi görünce yüzündeki tüm solgunluk yerini heyecana alırken ne ara içeri girdim, ne ara sarıldık hatırlamıyorum. Hatırladığım son şey eve girdikten sonra dışarıdan gelen lastik sesiydi.
-
"Tuana, bize gelsene." Telefon açılır açılmaz konuşunca karşı taraf birkaç saniye duraksadı.
"Saat geceyarısını çoktan geçti, ne dediğinin farkında mısın Arya? Kurtlar ve ayı-"
"Şehir merkezinde oturuyoruz Tuana, saçmalamayı kes ve 20 dakikaya burada ol." Cevap vermesini beklemeden telefonu yüzüne kapattım. Dediğim gibi tam 19 dakika 42 saniye sonra evin kapısı tıklatıldı, kendi odam yerine salonda oturduğum için hemen kapıya yöneldim.
"Evdekiler uyudumu?"
"Evet, odama çıkalım." Yavaş adımlarla merdivenden odama çıktık. Üst katta sadece benim odam ve misafir odası bulunduğu için annem veya babamın bu kata çıkma ihtimali yoktu. Rahat bir şekilde yatağıma yayılıp gergin yüzüne doğru sırıttım.
"Neden beni çağırdın?" Alt dudağını çiğnemeye başlayınca sıkıntıyla iç çekip yatakta oturur pozisyona geldim.
"Doğu ve ben birini öldürdük." Tepkisine bakmak için gözümü kırpmadan suratına bakmaya başladım.Onda görmeye alışık olduğum tüm olumsuz duygular hızla suratından geçerken yatağa oturup devam etmemi bekledi.
"Babasının katiliymiş, boş bir fabrikada suda boğduk." Aslında tam olarak boğmadık, kendisi sandalyenin ayağını kırıp boğuldu. Fakat detay vermeden üstü kapalı anlatmaya devam ettim.
"Daha sonra cesedi almak için Çalışma Odası'nda ki yakışıklı olan çocuk, neydi adı.."
"Özgün." İfadesiz bir şekilde konuşunca ilgimi çeksede duraksamadım.
Başımla hızlı bir şekilde onayladım. "Özgün ve bir kız arkadaşı geldi. Daha sonra Doğu beni eve bıraktı. Sen neden anormal tepkiler vermiyorsun?" Kafamı yana yatırıp gergin hareketlerini izledim, eğer onu birazcık tanıyorsam birşeyler saklıyordu ve bunları duymak benim için muhtemelen hiç iyi olmayacaktı.
-
Media: Fariza ve Özgün
Bir diğer bölüm için ithaf isteğinde bulunabilirsiniz. Fikirlerinizi ve eleştirilerinizi bekliyorum. Sağlıcakla kalın :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Mazoşistin Günlüğü |
TerrorBir insan nasıl kendi acısından zevk alabilir? Soruyu düzeltiyorum; Genç bir kız gölgede sürdüğü hayatına kendisinden daha karanlık bir insanı nasıl sokabilir? - "Şu akan kanı görüyormusun? İşte bu benim tek eğlencem." "Biliyorum, benimkide sen ola...