|34| Adak

1.3K 89 32
                                    

Kafesin içindeki kirli adam, bir iblis gibi görünüyordu. Gövdesi yara bere içinde kalmış, açık yaralar mikrop kapmış ve çürümeye başlamıştı. Üzerinden ölüm, idrar ve dışkı kokusu geliyordu. Mühürlü parmaklıkları zorlamış olan elleri yanık izleriyle doluydu. Yanmış eti ve derisi önce su toplamış sonra da dökülmeye başlamıştı.

Gölge Diyar'da yaz mevsimi başladığından sinekler çoğalmış bu ölüm kokan adamın lezzetli yaralarına saldıran sinekler, adamın eziyetini ikiye katlamıştı. Bir zamanın Büyük Avcı'sı ve Diyar'ın Katili, İblis Düşmanı, bir zavallıya benziyordu şimdi.

Etrafını kuşatan savaş kampında kendi oğlu tarafından esir edilmiş , aç ve susuz bırakılmış, ölmeyi bekliyordu. Yan kafesinde beslenen av köpekleri bile günde bir tas yemek alabilirken yaşlı avcı ağzından sular akıtarak köpeklerin yemek yiyişini izliyor ve artık varlığından şüphelendiği midesinin acınası feryatlarıyla elini köpeklere uzatabilse belki kendisinin de bir lokma alabileceğinin hayalini kuruyordu.

Esirliğinin 30.gününde, hava sıcak olmasına rağmen gökyüzünde karanlık bulutlar vardı ve katil avcı yağmurun geleceğini biliyordu. Yağmur katil avcı için temiz su demekti ve bu fırsatı su içmek ve belki üzerine sinen iğrenç ölüm kokusunun bir kısmını arındırmak için kullanabilirdi.

"Tanrılar, lanet olası ne kadar varsa, beni şu Cehennem'den kurtarın. Bana bir silah verin. Bir bıçak bile olur. Size tüm doğaüstü ucubelerden oluşan bir adak ziyafeti vereyim. Yeter ki beni buradan çıkarın, ama önce biraz su verin."

Ellerini havaya açmış gelecek olan su damlaları için basit bir çanak oluşturmaya çalışıyordu. Beyaz renkli uzamış ve sakalıyla karışmış saçlarıyla bir dilenciye benziyordu.

Derken suratına büyük bir damla düştü.

En azından katil avcı öyle sandı. Fakat o bir yağmur damlası değil, tükürüktü.

Tükürüğün sahibi siyahlara bürünmüş korkunç bir adamdı. Soğuk , beyaz teninin üzerine geçirdiği siyah takım geceden yapılmış gibiydi. Saçları kısaydı, yüzü asil bir soydan geldiğini gösterir bir biçimde bakımlı ama solgun ve gözleri içinde ruha dair en ufak bir parıltı taşımayacak cinsten,  obsidiyen taşı kadar karaydı.

"Duan bitti mi, katil?"

"Sen..." dedi avcı. Ayağa kalkmaya çalıştı lakin beceremedi.

"Merhaba. Ben de seni gördüğüme çok sevindim." dedi alay edercesine.

"Buraya nasıl girdin? O parmaklıklardan tozun bile giremez pis ucube."

"Kalbimi kırıyorsun. Evet bu parmaklıklar sen ve ben gibi kanında kötüyü taşıyanları hapsetmek için yapıldı. Madenci periler dövdü, cadılar büyüyle ördü ve melekler Eski Dil'in harfleriyle süsledi. Fakat şöyle ki sanırım ben sandıkları kadar kötü değilim. "

Avcı geriledi. Sırtını parmaklıklara değdirmeden gidebileceği kadar gitti. Mavi gözlerinde korkunun gölgesi ruhundaki gölgeyle birlikte büyüyordu.

"Oğlumun sevgilisi, bir iblis ve kan emen bir parazitsin. Sen benden bile daha kötüsün." 

Sözcükleri sarf ederken bağıramamıştı. Boğazını tutan iki el var gibi sesi boğuk ve nefret doluydu.

Drakula'nın ince dudakları kıvrıldı. Keskin ve bembeyaz köpek dişleri parladı.

"Parazitlere kötü diyemezsin. Çünkü onun doğası budur. Yaşamak için yaşamlardan beslenir. Kan emdiğim doğru. Fakat sırf bu yüzden kötü olmuyorum, yaşlı Katil. Kötüyüm çünkü kötü şeyler yapıyorum. Belki senden de kötüyüm. Fakat değişmeyen bir şey var o da senin ne kadar kahrolası bir piç olduğun. Kendi karını öldürdükten sonra oğlunu da öldürmeye çabalayan, narsist, sadist, fanatik bir psikopatsın. "

DRACULA(Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin