BÖLÜM 11

3.8K 168 166
                                    


Merhaba yine ben geldim. Biliyorum geç geldim ama staj, yaz okulu, bebek doğumu derken işim başımdan aşkındı hala da öyle valla. Neyse sözü çok uzatmıyorum ve iyi tatiller efendim diyerek kenara çekiliyorum.
İyi okumalar...

Panik olmuştum. Elimi saçıma attım ve karıştırdım. Bu hareket tamamen panikten yaptığım bir şeydi. Etrafımda dönüp duruyordum. Selçuk ellerimi tuttu ve saçımdan çekti. Beni yüzüne bakmaya zorladı.
"Yüzüme bak Melek. Endişelenme, dümdüz gelmiş olmalıyız. Gel." Gözlerimin içine bakarak söylediği sözler beni yatıştırmıştı. Derin bir nefes aldım ve Selçuk'un beni yönlendirmesine izin verdim. İki dakikada panik yapıp kafamda türlü türlü senaryolar kurgulamıştım.

Selçuk beni kolunun altına aldı ve yürümeye başladı. Dediği gibi dümdüz gelmiştik. Yaklaşık on beş dakika sonra evdeydik. Niye bu kadar endişelendiğimi ve panik olduğumuzu sorarsanız; küçükken babaannemin olmadığı bir zamanda Ufuk'la parka gitmiştik ve ben kardeşimi kaybetmiştim. Bende çocuktum ve oyuna dalmıştım. Bir süre sonra fark etmiştim Ufuk'un olmadığını. Panik yapmış, etrafta dolaşıp onu aramıştım. Çevredekilere sormuştum ama kimse görmemişti. Polis gelene kadar oturup ağlamıştım. Babaannemin numarasını söylemiştim ve babaanneme telefon etmişlerdi. Meğer Ufuk kaçan topun peşine gidince parkın yolunu unutmuş. Rastladığı polise babaannemi aratmış ve evin adresini öğrenen polis onu eve bırakmış. Kardeşime sarılana kadar ağlamam dinmemişti. Çok korkmuştum, o yüzden kaybolmak ve birini, bir şeyi kaybetmek bende panik yaratıyordu. Düşüncelerimden sıyrıldığımda bişey farkettim.

Yorulmuştum. Sadece yürümüştüm ama zihinsel olarak çok yorulmuştum. Düşüncelerim beynimi yemişti yani ruhsal olarak bayılmak üzereydim. Eve girdiğimizde koltuğa yöneldim ve resmen yığıldım. Selçuk da yanıma oturdu. Bana dönerek sordu:
"Yürümeye alışkın değil misin çok yoruldun bakıyorum da?" Bende ona döndüm ve derin bir nefes aldım.
"Bedensel olarak değil zihinsel olarak yoruldum. Başım ağrıyor temiz hava çarpmış olmalı." Başıyla onayladı ve dün gece uyuduğum odayı eliyle gösterdi:
"Saat daha iki buçuk. Akşama kadar biraz uzan dinlen. Akşama seni bir yere götüreceğim." Şaşırmıştım doğrusu. Beni nereye götürebilirdi ki?
"Nereye gideceğiz?" Gülümseyerek yanıtladı:
"Hani bahsetmiştim ya bizden önce gelip şömineyi yakan ve bu yakınlarda oturan karı koca vardı. Onlar bizi akşam yemeğine davet etti. Oraya gideceğiz." Teklifleri için çok mutlu olmuştum. Şimdiden cana yakın insanlar olduğunu söyleyebilirdim. Bende gülümsedim ve başımı aşağı yukarı sallayarak ayağa kalktım.
"Tamam ben o zamana kadar biraz uzanayım. Çok uzak mı?"
"Hayır uzak değil. Yirmi yirmi beş dakikalık yol. Sen keyfine bak bende biraz uzanayım gece uyku tutmadı." Ona arkamı dönüp yürürken birden omzumun üzerinden ona baktım ve gülümsedim.
"Görüşürüz o zaman. İyi dinlenmeler." Son sözüme karşı o da seslice güldü ve "İyi dinlenmeler." dedi. Bende odaya girdim, üzerimi değiştirdikten sonra yatağa girip uzandım. Ve bugünü düşünerek uykuya daldım.


********


Uyandığımda saat altı olmuştu. Gerindim ve kalktım. Yüzümü yıkadıktan sonra odadan çıktım ve salona gittim. Selçuk koltukta uyuyordu. Kolu koltuktan sarkmıştı. Yanına gidip kolunu kaldırdım ve göğsüne koydum. Üzerindeki örtüyü de düzelttim. Başını kaldırıp yastığın üzerine koyduğumda mırıldandı ve elimi tuttu.

What dedin gülüm? Hep böyle zamanlarda gelen içsesim de ortaya çıktığında göre durum cidden vahimdi. Elleri sıcacıktı ve büyüktü. Elim elinin içinde kaybolmuştu resmen. Bir adam elleriyle bile huzur verebilir miydi? Selçuk veriyordu. Ve ben bu adama koşulsuz güveniyordum. Dünya düz dese bile ona inanırdım gibime geliyordu. Aslında saçma bir düşüncedeydim. İzlediğim bir filmde adam öğrencilerine "Carpe Diem (Anı Yaşayın)!" diyordu. Peki ben niye anı yaşamıyordum? Ne olacaksa olsundu, bu adam benim göstermelik de olsa kocamdı. Sadece altı aylık da olsa altı ay boyunca kocamdı değil mi? Sonrasında hayatımdan çıkacaksa çıksın. Önceden hayatımdan çıkanlarla nasıl baş ettiysem, onları nasıl unutmaya çalışıp acılarını kalbime gömdüysem onu da gömerdim elbet. Aşk korkulacak bir şey değildi dimi? Kendimi aşka teslim etmiştim ve ilk kez tadacağım bir duygunun tesirine girmek için sabırsızlanıyordum. Korkuyordum da. Ama cesur olmalıydım. Döndüğümüzde bunları Nazlı'yla da paylaşmayı aklımın bir köşesine yazdım.

Koltuğun boş olan köşesine oturup Selçuk'u hafifçe dürttüm. Gözlerini açtığında gülümsedim, "Günaydın." diye mırıldandım. O da uykulu bir sesle karşılık verdi ve doğruldu. Gözlerini ovuşturarak
"Saat kaç?" diye sordu. Sehpada duran Selçuk'un telefonunun tuşuna bastım, açılan ekrandan okuduğum saati ona söyledim.
"Altı buçuk. İstersen kalk, duş alıp giyinelim. O zamana kadar saat gelir. Geç kalmadan gideriz. Olur mu?"
Gülümseyerek başıyla onayladı. Ben kalktıktan sonra o da kalktı. Yüzünü buruşturduğunu bir an için görmüştüm. Kaşlarım çatışırken sordum:
"Sen koltukta rahat edemiyor musun?" Yakalanmanın verdiği panikle gözlerini salonda gezdirdi.
"Hayır. Ne alakası var?" Cevabı bu olduğunda anlamıştım rahatsız olduğunu. Zaten başından tahmin etmeliydim. Aptal Melek!
"Emin misin?" Kaşlarımı kaldırarak bir soru daha yönelttiğimde gözlerinin ta içine bakıyordum. Bir süre sustuktan sonra pes etti ve oflayarak yanıtladı:
"Tamam biraz belim tutulmuş olabilir ama azıcık. Sabah üşüdüğüm için olmuş olabilir. Geçer merak etme." Yok, bu böyle olmayacaktı. Benim bu işe bir el atmam lazımdı. Başımı salladım ve kararlı bir sesle konuştum.
"Misafirlikten gelelim sana daha iyi bir yatak ayarlarız. Benim yüzümden belin tutulmuş." Tam itiraz edecekken işaret parmağımı kaldırıp salladım ve "Hayır itiraz yok. Şimdi hazırlanıp gidiyoruz. Bu konuyu geldiğimizde konuşuruz." dedim. El mahkum başını salladı ve kabul etti. Ben kaldığım odanın banyosunda duş alırken o da diğer banyoyu kullandı.

Yarım saate hazırdım. O kadar özenmeye gerek yoktu. Pantolon ve tişört giyinmiştim. Odadan çıktığımda Selçuk hazırlanmış beni bekliyordu. Daha iyi görünüyordu, duş rahatlatmış olmalıydı. O da benim gibi giyinmişti. İkimiz de mavi kot pantolon ve düz beyaz uzun kollu tişört giymiştik.
"Hazırsan çıkalım." Selçuk'un sesiyle telefonumu arka cebime soktum ve kapıya yöneldim. O da arkamdan geldi. Ayakkabılarımızı giyinip ceketlerimizi aldık. Ben kapıdan çıkınca Selçuk kapıyı kilitledi. Anahtarla arabayı açtı, eliyle bana yol gösterdi. Akşam olmuştu ve hava soğumaya başlamıştı. Bir an önce oraya gitmek istiyordum çünkü çok merak ediyordum. Arabaya bindim ve Selçuk'un gelmesiyle yola koyulduk. Bakalım bizi neler bekliyordu?

Lafı fazla uzatmak istemiyorum; bölümler artık düzensiz bir düzenlilikte yayımlanacak. Yani her hafta bir bölüm paylaşacağım ama hangi gün olacak bilmiyorum. Hepinizi çok seviyorum ve önerilerimize geçiyoruz:

Film Önerisi: Mısır'ın Tanrıları. Aksiyon ve mitoloji seviyorsanız Mısır mitolojisiyle tanışın. Tavsiye edilir; şahsım tarafından beğenildi ;)

Kitap Önerisi: Yemek yemeyi ve yapmayı sevenler buraya! Çok sevgili arkadaşım@saklikalan1905  in yazdığı Yemek Tarifleri kitabı size bu hafta için önerdiğim kitaptır.

NOT: Açken okumayın! :) ;)

ANLAŞMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin