1. Özel Bölüm TaoSoo
y.n: hikayenin akışı bozulmasın diye bölümde anlatılan olayı anlatmak istiyorum. bir insan başına darbe aldığında hafıza kayıpları yaşayabilir. çoğunuz bilirsiniz. ama bazı hastalar sadece hayatı boyunca kendisine zarar veren insanları unuturlar. ama sadece ismini ve görüntüsü. onlara karşı hissettikleri duygular hala hastanın zihnindedir. yaşanmış bir olay bende kendi yazdığım karakterde yer vermek istedim.
Tao göz yaşları yanaklarını ıslatırken odasındaki eşyalara saldırmaya devam ediyordu. ellerinden akan kan beyaz tişörtünü kırmızıya çevirmişti. siyah göz altları morarmıştı. suratı kırmızının koyu tonunu alırken o hala suratını tırnaklamaya devam ediyordu.
nefes alamadı tao. alışık değildi kris'in olmadığı bir hayata. kris'e ilkini vermişti o. kris'e kendini vermişti. hayatını adamıştı ona. hayallerinden vazgeçmişti onun için. biliyordu. kris hiçbir zaman tao'nun onu sevdiği gibi sevmemişti tao'yu. ama yine de... yine de tao umut ediyordu. umut etmek bedavaydı öyle değil mi?
ve şimdi tao kendi karanlığında boğulurken kris o sürtükle mutlu mesut yaşayacak mıydı?
hayır! tao kris olmadan nasıl yaşayabilirdi? yaşayabilir miydi?
elindeki fotoğrafa baktı tao. kris ile birlikte tao'nun doğum gününden kalma bir fotoğraf. mutluydular fotoğrafta. en azından tao mutluydu. çünkü o gün kris tao'ya teklif etmişti. doğum gününde aldığı en güzel hediyeydi bu tao'nun.
nefes alamadı. sanki biri ağzına baskı uyguluyordu. tao çırpındı ama bu histen kurtulamadı. gözleri korkuyla açıldı. NEFES ALAMIYORDU. tao ölmekten korktu. kris'i yeniden görememekten korktu. çığlık atıyordu. ama kendisi bile duyamıyordu. ev sallanmaya başladı. güneş ışık yaymayı kesti.
karanlık tao'ya saldırdı. onu yakasından kavradı ve duvara fırlattı. tao acıyla yeniden çığlık atmaya çalıştı ama lanet sesi çıkmıyordu.
korkuyla ve panikle duvarlara dokunmaya başladı tao. balkon kapısını arıyordu. nefes alması gerekiyordu. duvarları yumruklayarak sonunda aradığı kapıya ulaştı. kapının kulpunu kavradı ama kapı birden buhar olup uçtu. tao korkudan geriye doğru sendeledi. ne yapacaktı? nefes alması gerekiyordu. aydınlığı bulması gerekiyordu. lanet olsun! bu tımarhaneden kurtulması gerekiyordu!
biraz daha geriye gitti tao ve ardından çığlıklar eşliğinde zaten açık olan balkon kapısına doğru koştu ve...
"TAO!"
-------
kyungsoo üç gündür yoğunbakımdaki çocuğun yanında bekliyordu. tao nasıl olur da balkondan aşağı atlayabilirdi. onu öyle görünce kyungsoo kalbinin şiştiğini hissetti. ilk iki gün kyungsoo için koca bir vicdan azabı ile geçmişti. tao'yu ziyaret edecekti. ama kris'in onu terk ettiğini öğrenince ziyaretini erteleme kararı almıştı. tao'nun ağlamalarını ve kris'e olan sonsuz aşkını dinlemek istemiyordu. tam evin önünden geçip giderken balkondan aşağı düşen sülieti görünce kalbi o kadar şişti ki kyungsoo'nun o da oracıkta öleceğini düşündü. işte bu vicdan azabı ile üç gündür tao'nun yanıbaşında uyanmasını bekliyordu.
kyungsoo asla ama asla tao'nun yerde kanlar içinde yatan hareketsiz bedenini unutamayacaktı. o görüntü yeniden gözlerinin önüne gelince tao'nun elini sıkıca kavradı ve yaşlarla ıslanmış yanağına koydu. tao'nun uyanmasını istiyordu. o kadar çok istiyordu ki sırf bunu görebilmek için yıllardır çalıştığı işinden ayrılmıştı.
------
günler kyungsoo için kaplumbağa misali ilerliyordu. neredeyse on beşgün olmuştu. ama kyungsoo inanıyordu. tao uyanacaktı. uyanacaktı ve kyungsoo'ya gülümseyip herşeyin iyi olduğunu söyleyecekti. ama bir yanı ise herşeyin bittiğini söylüyordu. kyungsoo hızla kafasını salladı.
"siktir git başımdan iğrenç düşünce. tao uyanacak! uyanacak duyuyor musun beni! beni yarı yolda bırakmayacak!"
"bağırma lütfen"
kyungsoo hızla kafasını döndürdü. "tao !! inanmıyorum tao!! allahım şükürler olsun. şükürler olsun." tao'nun elini kavradı ve ikisini de en az onar kez öptü.
"tao... biliyordum tao. bırakmayacağını biliyordum." tao şaşırmış gözlerle önündeki şirin çocuğa bakıyordu. sonra çocuk doktoru çağırmaya başladı.
bir dakika geçmeden birsürü doktor ve hemşire odayı doldurdu. kyungsoo bir yandan tao'nun elini sıkıca tutarken diğer yandan doktorlara 'ben size demiştim' diye söyleniyordu. herkes şaşkındı. bu beklenmedik birşeydi. birkaç doktor tao'nun gözlerini, kalp ritimlerini ve ateşini ölçerken hemşireler ise not alıyordu.
"kyungsoo oğlum bu inanılmaz birşey" leeteuk konuştu. tao hastaneye kaldırıldığından beri ikisiyle ilgilenen gülümsemesi harika olan bir cerrahtı o. kyungsoo ona melek amca demeye başlamıştı bir süre sonra.
"melek amca ben size söylemiştim değil mi" kyungsoo ağlarken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.
"evet oğlum söylemiştin"
"hasta sizinle yalnız kalmak istiyormuş bay Do." kısa boylu hemşire kız konuştu. ardından melek doktor leeteuk kyungsoo'nun omzunu patpatladı ve şans diledi.
herkes odadan birer birer çıkarken kyungsoo yavaş adımlarla yatağa ilerledi.
"hey" tao'nun sesi bile çok değişmişti.
"hey" soo selamladı.
"nasılsın?" tao kıkırdayarak sordu.
"bunu benim sormam gerek" soo'da kıkırdamıştı.
"neden bekliyorsun o zaman" tao gözleri hilal şeklini almışken söyledi.
"nasılsın tao?" soo'nun sesi ciddileşti.
"hayır hayır kyungsoo. ses tonunu sevmedim." tao'nun gözleri sulanmıştı bile.
"üzgünüm t-tao. bu anı o kadar zamandır bekliyorum ki -" soo'nun yanakları ıslanmıstı bile. onun ağlaması tao'nun da ağlamasına neden oluyordu.
"affet beni tao."
"n-neden kyungsoo? neden b-böyle konuşuyorsun? "
"benim yüzümden oldu. eğer... eğer piçlik yapmayıp yanına gelseydim... ve seni dinleseydim... bunların hiçbiri olmayacaktı!"
"kyungsoo böyle söyleme. senin yüzünden değildir eminim ki. sen beni incitemezsin ki. kıyamazsın sen bana."
"öyle değil işte tao! ben kris'e olan aşkını bana anlatmanı istemedim! bu yüzden senin evine gelmedim. ve sonra sen kendini... balkondan attın." kyungsoo hıçkırıkları ardında konuşmuştu.
"ben kris'e mi aşığım? kyungsoo! ben ona aşık değilim! hem kris de kim?! "
"tao? kris'i hatırlamıyor musun?"
"hayır kyungsoo! ben... ben seni seviyorum soo." tao kızarmıştı. tao utanmıştı. ve ne?! TAO KYUNGSOO'YU SEVİYORDU.!!