(Seni Seviyorum!)
Bir önceki gibi biraz bet trip bir bölüm. Düzenlerken bol bol Sezen Aksu ve Erik Satie dinlemenin sonucu... Sağolsunlar! Birinin ömrüne bereket, diğerinin ruhuna rahmet!.. <3
- Alex -
Bütün günü tek başıma koruda geçirmiştim. Bir ağacın altından kalkıp öbürünün altına oturup ağlayarak, bol bol yürüyerek, düşünerek... Akşam yaklaşıyordu. Elimdeki uzunca dalı yere vura vura, ağaç gövdelerine sürte sürte yamaçtan aşağı kamp yerine doğru yürümeye başladım yavaşça.
Ağlamam dinmiş, hatta biraz da sakinleşmiş, durgunlaşmıştım. Doğruca banyoya gittim ve elimi, yüzümü, kollarımı yıkadıktan sonra yemekhaneye indim. Deniz ortalarda görünmüyordu. Çadırdaydı kesin...
Birkaç arkadaş beni görüp heyecanla, "Oğlum nerdesiniz siz ikiniz; sabahtan beri kayıpsınız? Deniz nerde?" diye sorunca; hiddetle "Ne bileyim nerde olum! Annesi miyim ben?!" diye cevaplamıştım. Şaşkınlıkla "Vuhuu, tamam şampiyon sakin ol!" diyip geri çekildiler.
Tabağın yarısını bile doldurmayacak kadar bir şeyler alıp, hızlıca yedim. Büyükçe bir bardak su içtim ve kirli tabağımla çatal bıçaklarımı, bulaşıkların konduğu tezgaha bırakıp ellerim ceplerimde çadıra doğru yürüdüm. Uyumak ve bu kabus günden kurtulmak istiyordum bir an önce.
Çadıra girdiğimde Deniz'in orada olmadığını gördüm. Ona çok kırgın ve öfkeliydim ama yine de bir an için "Nerde ki bu? Yemekte yoktu, çocuklar da görmemiş bütün gün..." diye düşünüp onu merak etmekten kendimi alamadım. Üstümdekileri çıkarıp bir kenara attım ve telefonumdan bir liste açıp onu dinlerken, pek mümkün görünmese de uyumaya çalıştım.
Ne olursa olsun kafayı yastığa koyar koymaz uyuyan ben; yatalı 15-20 dakika geçmiş olmasına rağmen hala uyuyamıyordum. Sıkıntı ve içimdeki garip boşluk hissiyle oflayıp puflayarak, bir o yana bir bu yana dönüp duruyordum.
O sırada çadırın fermuarı açıldı. Kafamı hafifçe kaldırıp baktım; gelen Deniz'di. Bir an göz göze geldik ama hiç konuşmadık, sonra tekrar sağıma doğru dönüp kıvrıldım yatakta. Gözlerim yine dolmuştu. Hışırtı ve seslerden onun da üstünü çıkardığını anlayabiliyordum.
Yanıma uzandıktan sonra derin bir nefes alıp, hiç beklemediğim şekilde bana doğru yaklaştı ve göğsünü tamamen sırtıma yapıştırıp sol kolunu belim ve kolumun arasından daldırıp elini göğsüme, tam kalbimin üstüne gelecek şekilde uzatarak sıkıca sarıldı bana arkadan.
Omzumla boynum arasında bir yere çekinerek usulca bir öpücük kondurdu ve kulağıma doğru titrek bir fısıltıyla "Özür dilerim!" dedi.
Gözlerimi dolduran yaşlar kirpiklerimden kurtulup yastığa doğru akmaya başlamıştı ve yine hıçkırmaya başlamıştım.
"Alex... Özür dilerim! Seni çok özledim. Yapma, konuş benimle n'olur!"
"...."
"Swaine!"
*(flash back)*
Alex: "Biliyor musun, annem bana aslında isimlerin insanları seçtiğini söylemişti. Eğer doğru isim veya isimler bir kişiyi bulduysa içine işler ve manasıyla, harmonisiyle birlikte onunla bütünleşirmiş. O kişi o ismini hiç bilmese bile veya diyelim bir gün hafızasını kaybetse ve ona başka bir isimle hitap edilmeye başlansa bile o esas isim muhakkak içinde bir yerde kazılı kaldığından, nerede duysa anlamsızca dönüp bakar veya muhakkak bir tepki verirmiş farkında olarak veya olmayarak... İşte ben de Swaine ismine karşı bu tip bi his besliyorum. Sanki benim ruh adım buymuş gibi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
| Aurore Boréale | BxB
RomanceTanrıların bana hediyesi alev saçlı, gök gözlü meleğim... Aurore boréale gibisin; benim kuzey ışıklarımsın. Tıpkı onlar gibi heybetli, dalga dalga, yeşil, mor, bazen kırmızı ve pembe... Zifir karanlığımın en kuzeyinde rengarenk beliriverdin bir anda...