~ Heavenly Dark Love ~

133 12 7
                                    

(Cennetvâri Karanlık Aşk)

- Deniz -

Ritüel tamamlandı. Ölülerimiz anılarak onurlandırılmış, evrene, doğaya, toprak anneye ve ruhlara hediyeler verilmiş, kan fedakarlığı yapılmıştı. Yeni bir yıl daha başlamıştı bu soğuk, karanlık gecede! Ağacın yanından tekrar sunağın olduğu yere geri döndük ve bir süre daha orada oturduk birbirimize sarılarak.

Muazzam bir ambiyans oluşmuştu. Telefonumdan yankılanan bu geceye ve bu ana uygun 'dark ambient' müzikler, ormanın kendine has derin uğultusu, serin esen kasım gecesi rüzgarının ağaç yapraklarını hışırdatması, gecenin koyu karanlığı ve sessizliği, üstümüze vuran ay ışığı ve önümüzde yanan mum ışığının birbirine karışması, neredeyse bütün yıldız kümelerinin kolayca seçilebildiği berrak gökyüzü; ve Alex'in kollarında sıcaklığını, kokusunu duymak, şefkatini hissetmek... Sabaha kadar bu şekilde kıpırdamadan kalıp, yeni günü böyle karşılamak isterdim.

"Acıyor mu kolun?" diye sordu.

"Yok. Geçti bile. Ama senin elin hala acıyordur eminim!"

"Biraz..."

"Avuç içi koldan daha hassas ve daha çok hareket ettirdiğin bir yer olduğu için, normaldir koca bebeğim. Eve dönünce temizleyip bant yapıştırırız, zaten 1-2 güne yara kapanır."

Sadece başını sallamakla yetindi.

"Ama beni gerçekten korkuttun Alex! Tamam, ben kendimi kestiğimde senin ne hissettiğini tahmin edebiliyorum ama; o bıçağı birkaç santim daha aşağı çekseydin..."

"Ne?"

"Ne demek ne? Bileğini kesmiş olacaktın mal! Hem de dikine! Bilmiyor musun; yatay kesikte en azından bir şansın var, ama dikey kesik..."

"Bu farkı bilmiyordum. Sadece genel olarak bileği kesmenin sonucunda ne olacağını biliyorum. O yüzden ona dikkat ettim zaten, merak etme. Asla daha fazla kesmezdim."

"Bunu duyduğuma sevindim!"

"Beni o kadar hafife alma." diyip göz kırptı.

Boynuna doğru yaklaşıp, "Bu hafife almak değil! Anlamıyor musun? Bin kere söyledim, yine söylerim; sen sahip olduğum en değerli şeysin, benim her şeyimsin!" diyip kulağının altına bir öpücük bıraktım.

Hafif gülümsedi ve başını yavaşça bana çevirdi, elini yanağıma koyarak, "Sen de benim kalbim, her şeyim olduğunu anlamıyor musun? Kendine, dolayısıyla bana karşı çok hoyrat, çok acımasızsın bazen Deniz... Kendi canını yaktığını sanıyorsun ama benim de canımı yakıyorsun, farkında değilsin." dedi.

Diyecek bir şey bulamamıştım. Haklıydı. Başımı önüme eğip mırıldanarak "Özür dilerim..." dedim.

Yanağımdaki elini çeneme kaydırıp başımı kaldırdı ve yüzümü kendine çevirdi. O kadar yoğun, güçlü ama dingin bakıyordu ki o kristal gözleri; beynimin, kalbimin, ruhumun ta içine: Net, yalansız, yargısız, aşkla...

Böyle anlarda hep düşünüyorum; acaba onun kadar temiz kalpli, kötülüğe bulaşmamış, bozulmamış, masum, naif, güzel, yani mitolojideki cupidler gibi kusursuz ve tapınılası bir varlığın saf sevgisini, aşkını gerçekten hakediyor muyum, buna gerçekten değer miyim diye... Bu düşüncelerin içinde kayboluyor, boğuluyordum.

'Yalvarırım beni böyle sevme, bu kadar sevme. Ben buna layık değilim, alışık değilim! Ben sıradan, aciz bir insanım.' diye haykırmak istiyordum bazen yüzüne karşı. Ama insanoğlu işte... Zaaflar ve zayıflıklardan ibaret değil miyiz? Sevmekten çok sevilmeyi, hem de çok sevilmeyi arzulamaz mıyız? O yüzden yutkunuyordum, susuyordum.

| Aurore Boréale | BxBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin