(En Sevdiğim Şişko)
"Bless, my perfect man.
He takes good care of me
Inside of me and all the things he says..."
- Deniz -
Dün geceye dair hatırladığım en son şey; saat iki civarı Alex'in yatağında yan yana uzanmış, Avusturalyalı indie/psychedelic pop sanatçısı Connan Mockasin'in yeni albümü Jassbusters'ı dinleyip konuşuyorduk.
Gün ışığı yüzüme vurduğu için yüzümü ekşiterek gözlerimi açtığımda kendimi Alex'in kollarında buldum. Üstümüzde yeşil kırmızı ekoseli ince bir battaniye vardı. Bir an irkilip kafamı toplamaya çalıştım. "Bir dakika; dün yılbaşı gecesiydi. En son müzik dinliyorduk. Ben nasıl burada kaldım? Üstümüzü kim örttü?"
Hala üzerimde olan pantolonumun kemeri rahatsız ediyordu. El yordamıyla tokasını bulup biraz gevşettikten sonra Alex'e şöyle bir baktım, onun da üzerinde hala akşamki kıyafetleri duruyordu. Aklım yavaş yavaş yerine geldikçe anladım ki, yatakta müzik dinlerken geç vakit uyuyakaldık ve bizi uyandırmayıp sadece üstümüze bir battaniye örtüp gittiler. Öyle olmalıydı... Bundan şikayetçi olduğumu söyleyemezdim!
Yeni yılın ilk sabahına Alex'in yanında, onun kollarında, yüzünü görerek uyanmak harikaydı. O kadar sakin ve huzurlu uyuyordu ki -her zamanki gibi, melek gibi... Koynuna iyice sokuldum, başımı boyun boşluğuna koyup kokusunu derin derin içime çekip gözlerimi tekrar kapattım. Uyumuyordum, sadece bu anın tadını çıkarıyordum; yavaş ve derin nefes alıp verişlerini, kalp atışlarını dinleyerek.
Yarım saat kadar sonra Alex hafif kıpırdanıp homurdanarak ışıl ışıl parlayan kutup mavisi gözlerini açtı ve etrafına şöyle bir bakıp beni görünce birkaç defa kırpıştırıp kafasını da hafif geriye çekti ve bana bir süre baktıktan sonra; "Sen, burda, nasıl?" diyip şaşkın şaşkın gülümsemeye başladı.
Gülerek, "Hiç bana sorma koca bebeğim. Ben de uyanır uyanmaz kendimi burda senin kollarında bulunca aynı şoku yaşadım! Connan'ın albümünü dinlerken uyuyakaldık sanırım, uyandırmayıp üstümüze sadece bir battaniye atıp gitmişler ehehe."
Gözlerini ovuşturup gülümseyerek, "Belliydi zaten, groove/indie değil ninni albümü sanki! O düşük tempolar, yumuşak dreamy vokaller... İyi ki de uyuyakalmışız ama. Seninle uyanmayı özlemiştim kalbim!" diyerek beni kendine çekip elini saçlarıma daldırdı ve dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Bir süre daha o şekilde sarılmış vaziyette konuşmadan yatakta kaldık.
Aşağıdan nefis omlet, krep, sosis, kızarmış bacon ve kahve kokuları geliyordu. Muhtemelen annesi Thyra kahvaltı hazırlıyordu. Alex'e bakıp "Hadi koca bebek kalkıp bir bakalım, akşam n'olmuş öğrenelim... Hem de bir şeyler "yiyelim." diyip burnunun ucundan öptüm. Gözlerini açmadan gülümseyerek "Mmmmmmh bütün gün seninle böyle kalmayı tercih ederim." diye mırıldandıktan sonra "Ama evet, ben de çok acıktım! Hem de şu kıyafetlerden kurtulmak istiyorum artık." diye devam etti.
Yataktan çıkıp gardrobuna doğru yürüdü ve kapısını açtıktan sonra içeriye doğru bakarak üzerindeki gömleğin düğmelerini çözmeye başladı. Gömleği tek hamlede çıkarıp yatağın üzerine bıraktıktan sonra içeri eğilip raftan bir tişört çekti. Tam o sırada yatakta ayağa kalkıp ayak ucuna doğru yürüdüm ve ellerimi omuzlarına koyduktan sonra çıplak göğsüne, oradan da göbeğine kaydırarak ona doğru eğildim ve arkasından sarıldım. Boynuna bir öpücük bıraktıktan sonra yataktan atlayıp "Sen rahat kıyafetlerini giyeceksin en azından, bense eve gidene kadar bunlarla durmak zorundayım." diyip dudak büzdükten sonra güldüm.
"E sana da vereyim bi şeyler? Biraz bol gelir belki hahah ama rahat edersin." dedi.
"Yok bebeğim, şaka yapıyorum. O kadar da rahatsız değil. İdare eder." diye cevapladım.
"Hiç değilse bir tişört?" diyip gardroba eğildi ve siyah bir tane çıkarıp bana uzattı. Üstümdeki sweatshirtü çıkarıp Alex'in verdiği tişörtü geçirdim üstüme. Gerçekten de neredeyse iki beden boldu bana. Kadınların giydiği efil efil plaj elbiseleri gibi görünüyordu üzerimde.
Bana bakıp dalga geçerek "Çok yakıştı gerçekten!" diyip kıkırdadı. Eline hafifçe vurup "Ay sus, benle alay edeceğine kendi şişkoluğuna yan, hıh!" diyip kafamı duvara çevirdim. Yanıma iyice yaklaşıp iki elle belimden kavradı ve beni kendine yapıştırıp kulağıma eğilerek "Bu şişkoyu sevdiğini sanıyordum!" diye şehvetle fısıldadı gülümseyerek. İster istemez sırıtmaya başladım ve ona dönüp sarılarak "Hem de nasıl! Bu şişkoyu çok çok çoooook seviyorum!" diyerek kafamı boynuna gömdüm.
Birlikte aşağı inip mutfağa girdiğimizde; Alex'in anne ve babası birlikte kahvaltı hazırlıyorlardı. Thyra ocağın başında, bir tavada bacon kızartıyor, diğer bir tavada ise krep yapıyordu. Babası ise bar şeklindeki yüksek mutfak masasını kurmakla meşguldü. Bizi görünce; "Ooo uykucular da nihayet geldi!" diyip gülümsedi. Annesi de kafasını bize doğru çevirip "Günaydın sevimli şeyler! İyi uyudunuz mu?" diyip tekrar ocağa doğru döndü.
Alex masada duran kruvasanlardan bir tanesini kapıp büyük bir ısırık aldıktan sonra, "Mhhmmhm" dedi. Ben de "Günaydııın. Evet!" diyip gülümserken bir sandalye çekip masaya oturdum ve devam ettim; "Ama akşam n'oldu? Biz en son bir albüm dinliyoduk, sonrası yok eheh."
Thyra bacon tavasını ocaktan alıp masaya doğru yaklaştı ve kızarmış baconları maşayla boş bir tabağa aktarırken, "Uyuyakalmışsınız canım. O kadar da güzel uyuyordunuz ki, Berna'ya 'hiç dokunmayalım, bırak uyusunlar, ben yarın getiririm Deniz'i' dedim ve sadece üstünüzü örtüp çıktık." diyerek gülümsedi.
"Tüh ya, sana da zahmet olacak şimdi! Ben kendim giderim, zaten çok uzak değil?" dedim.
Bunun üzerine babası, hafif kaşlarını çatıp biraz da sert ve dominant bir tonla "Olur mu canım öyle şey, ne demek o! Biz bırakırız seni!" dedikten sonra göz kırpıp gülümsedi.
Korkmuş köpek yavrusu gibi suratına bakıp, "Peki Bay De Vichy..." diyebildim. İnsanı sindiren baskın, tatlı sert bir havası vardı gerçekten. Buna rağmen -muhtemelen kolay anlayayım diye- benimle daha yavaş, tane tane, vurgulu temiz bir Fransızca konuşacak ve ben onunla konuşurken veya cevap verirken sabırla dinleyip anlamaya çalışacak kadar ince ve anlayışlı bir adamdı. Alex'le çok daha hızlı ve kısaltmalar kullanarak konuştuğunu fark edebiliyordum.
"Louis! Bana böyle seslenebilirsin Deniz; o kadar resmi olmana gerek yok. Karşında 14. Louis yok!" diyip gülünce biraz daha rahatladım.
Alex kendini tutamayıp koca bir kahkaha patlattı ve "14. değil belki ama senden iyi bi 15. Louis olurdu babacım! Haha!" diyip sırttı.
Alex'e doğru biraz eğilip göz kırparak, "Ne sandın evlat? Biliyorsun 'güneş kral' derler onun için... Neyse, Fransa tarihini başka zaman konuşuruz!" dedikten sonra bana dönerek "Şimdi söyle bakalm Deniz, kahveyi sütlü mü sütsüz mü tercih edersin? Yoksa sadece meyve suyu veya süt mü istersin? Veya hepsinden biraz?"
Ben kafamı kaşıyarak, "Eeee... Hmmm... Sütsüz kahve yeterli galiba?" dedikten sonra filtre kahve potunu alıp önümdeki fincanı doldurdu.
Hep beraber sohbet ederek keyifli bir kahvaltı yaptık. Ardından Alex'le onun odasına çıkıp bir süre birlikte müzik dinleyip, öpüşüp koklaştık her zamanki gibi. Öğlen gibi "Ben artık gideyim, tatilin son bir iki gününü de anneme ayırayım hiç değilse heheh" dedim.
Alex, dudaklarını büzüp "Ya hayııııır, biraz daha kal n'olur! Gitmeni istemiyorum..." dedikten sonra bana sımsıkı sarıldı.
Elimi saçlarına daldırıp kulağının üstünden öptüm ve "Çocuk gibisin Swaine! İki gün sonra okul başlıyor zaten, görüşücez nasılsa?"
"Olsun! Mümkün olduğunca uzun kalmanı, burda yanımda olmanı istiyorum, seninle birlikte olmak istiyorum. Hemen gitme lütfen!"
"Ben de koca bebeğim, ben de! Tamam o zaman biraz daha kalayım, ahhhh sana hiç dayanamıyorum ki!.." diyip dudaklarına yapıştım ve uzun uzun öpüştük.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
| Aurore Boréale | BxB
RomanceTanrıların bana hediyesi alev saçlı, gök gözlü meleğim... Aurore boréale gibisin; benim kuzey ışıklarımsın. Tıpkı onlar gibi heybetli, dalga dalga, yeşil, mor, bazen kırmızı ve pembe... Zifir karanlığımın en kuzeyinde rengarenk beliriverdin bir anda...