(Kal!)
- Deniz -
Bahçeye çıktığımda binanın yan tarafında bulunan, ara sıra gizliden sigara içtiğimiz merdivenlere gidip oturdum. Bir yandan da gözlerimle bahçeyi tarıyordum Alex'i görmek için. Çok sürmedi, epey uzaktan ve o kadar insan içinde bile alev kızılı saçlarının yanar döner turuncu parıltısını hemen farkettim. Bahçenin diğer ucundaki bir bankta yan dönüp bağdaş kurmuş şekilde bir kızla oturuyordu ve ona bir şeyler anlatıyordu.
Gözlerimi biraz kısıp kızın kim olduğunu anlamaya çalıştım. Üst dönemlerden Esen'di bu. Paris gezisi sırasında bizim sevgili olduğumuzu anlayıp Eiffel Kulesi'nde bir sürü güzel fotoğrafımızı çeken ve 'sırrımıza' ortak olan okuldaki tek kişiydi. Çok iyi ve sempatik, espirili, biraz da anaç ruhlu harika bir insandı. Ara sıra bahçede veya kütüphanede karşılaştıkça konuşur şakalaşırdık. Etraftakilerin anlamayacağı şekilde Alex'le bana takılır, kısacık konuşmalarımızda bile gülmekten çatlatırdı bizi.
Bir süre ikisini uzaktan izledim. Alex sürekli bir şeyler anlatıyor, Esen de ciddi ciddi dinleyerek çoğunlukla kafasını sallayor, arada bir şeyler söyleyip Alex'in omzunu sıvazlıyordu. Muhtemelen Buğra'nın doğumgününde olanları ve aramızdakileri konuşuyorlardı. Bu durum hiç içime sinmemişti.
Esen'den yana bir sıkıntım ve problemim asla yoktu ama Alex'in bütün bunları benimle konuşması gerekirken gidip başkasına anlatması üzmüş ve canımı sıkmıştı açıkçası. Gerçi biraz düşününce 'belki anlatacak güvenilir birini bulsam ben de aynı şeyi yapardım' dedim. Sonuçta ikimizin de bir şekilde konuşmaya, içini dökmeye ihtiyacı vardı. Düğümü henüz söküp atamamıştık. Ve bazen başka biriyle kouşmak da belki iyi gelebilirdi insana.
Ama onu çok özlemiştim. Sadece ona yakın olmak, yanında oturmak, yaydığı enerjiyi hissetmek, muhteşem yüzüne bakmak, kokusunu duymak ve onunla konuşmak istiyordum. Ne konuşacağımız veya bana ne söyleyeceği şu an için önemli değildi, umurumda da değildi. Küfür edip gelmişime geçmişime sövse bile seve seve dinlerdim...
Ona böyle uzaktan bakmak içimi parçalıyordu, beni mahvediyordu, öldürüyordu. Onun benimle konuşması gerekiyordu, benim de onunla. İkimize de iyi gelecek tek şey buydu. Düğümü çözemiyorsak bile en azından o düğümü kesip atmanın da tek yolu buydu! Emin olduğum tek şey ona deliler gibi aşık olduğumdu. Onun da bana hâlâ aşık olduğunu varsayıp buna güvenmek zorundaydım. Daha fazla dayanamayıp oturduğum merdivenden kalktım ve hızla yanlarına doğru gittim.
Yanlarına yaklaştığımda Fransızca konuştuklarını duyabilmiştim ama tam olarak ne dediklerini anlayamadım. İyice yaklaşıp tam önlerinde dikildiğimde ikisi birden konuşmayı kesip bana baktılar. Kısacık bir sessizlikten sonra Esen gülümseyip Türkçe "Aaa n'aber Deniz?" dedi. Ciddiyetimi bozmadan "İyi." dedim sadece. Bunun üzerine Alex'e dönüp elini onun dizine koydu ve yine Fransızca "Dediklerimi düşün bak..." diyip kalktı ve bana bakıp gülümseyerek uzaktan 'muck' yaptı ve yanımızdan ayrıldı.
Onun kalktığı yere hemen ben oturdum ve Alex'e dönüp gözümü ayırmadan ona bakmaya başladım. O da pozisyonunu hiç bozmadan öylece bana bakıyordu. Yüzündeki "o" lanet karmaşa ve şüphe bulanıklığı olduğu yerde duruyordu. Ama eşsiz buz mavisi derin gözlerinin içinde, bana bakışlarında beni çok sevdiğini ve hatta şu an sarılmamak için kendini zor tuttuğunu da görebiliyordum.
Böyle hiçbir şey demeden birbirimize bakaren bir an engel olamadığım şekilde ona gülümsemeye başladım. Çünkü benim onu sevdiğim kadar onun da beni sevdiğini şu an bir kez daha hissetmiştim. Bu ister istemez sinirlerimi gevşetmiş, aynı anda hem gözlerimi doldurup hem de gülümsetmişti.
Ona bakmayı bırakmadan fısıltıyla "Seni çok özledim..." dedim. Gülümsedi ama gözlerini benden kaçırıp başını önüne eğdi. Bunun üzerine ona iyice yaklaştım ve iki elimi iki dizine koyup başımı da onunkine yaklaştırdım. O an nerede olduğumuz, etraftaki insanlar ve onların ne düşüneceği zerre kadar umurumda değildi.
Aynı şekilde fısıldayarak "Alex... Bana anlat, bana kız, bana söv... Hatta istersen vur, ağzımı burnumu dağıt! Ciddiyim bak, belki de bunu hakediyorum? Ama allaşkına susma, beni böyle bırakma, kaçma! Bırakıcaksan, ayrılcaksan da hakkını vererek ağzıma sıçıp doğru düzgün ayrıl ki uzun süre kendime gelemeyip başına bela olmayayım! Ama şunu da bil, benim her şeyimsin koca oğlan... Seni çok seviyorum." dedim.
Ben sözümü bitirir bitirmez kafasını aniden kaldırıp şaşkın şaşkın gözlerini gözlerime dikti ve biraz da bağırarak Fransızca, "Aptal mısın sen? Sana nasıl vururum?" dedikten sonra kendisi de sesinin yüksekliğini farketmiş olacak ki şöyle bir sağa sola bakıp tekrar bana döndü ve sesini alçaltıp bu sefer Türkçe ve gözleri buğulanarak "Sana dokunurken bile içim gidiyor! Sebebi ne olursa olsun canın yanacak, zarar göreceksin, acı çekeceksin diye ölüp ölüp diriliyorum sürekli. Senin gözün dolsa ben ağlıyorum! Daha ne diyim? Bunları bilmiyo musun sanki ha! Saçının teline kıyamıyorum ben, vurmak ne! Ağzımı burnumu dağıt diyooo, bırakacaksan şöyle bırak falan diyo bi de manyak! Hem ne bırakması ya? Seni bu kadar kolay ve saçma sapan terkedeceğimi düşünüyorsan beni hiç tanımamışsın, sana olan hislerimi ve seni nasıl sevdiğimi hiç anlamamışsın demektir." diye devam etti.
O sırada bir tuhaf oldum. Gözlerim zaten doluydu ve patlamak istiyorlardı. Fakat kendimi burada bu şekilde herkesin içinde koyvermek de istemiyordum. Ellerimi dizlerinden çekip biriyle ağzımı kapatırken diğerini de Alex'in omzuna koyup derin nefesler alarak öylece ona bakmaya devam ettim ve "Be-benn... Ne bileyim işte... Benden uzaklaşırsın, seni kaybederim diye çok korkuyorum!" dedim kekeleyerek. Bir sürü duyguyu aynı anda yaşıyordum yine. Bir yandan kahkahalarla gülmek, bir yandan ağlamak ve ona sımsıkı sarılmak istiyordum.
Alex'in bu sözleri içimde çok derinlerde benim ona hissettiğim şeylerle, duygularımla birebir örtüşüp zaman ve mekandan bağımsız paralel olarak birbirini tamamlamıştı sanki. Kuantum fiziği midir, zamanın ve uzayın göreceliliği midir, çakra mıdır, aşk mıdır, yanılsama mıdır bilmem. Bu her ne ise adı değil hissettirdiği şeyin daha önce hissettiğim hiçbir şeye benzemiyor olması önemli ve kıymetli benim için.
İçimde nükleer bombalar patlıyordu yine. Ama bunu dışarı atamıyordum. Tam da şu an ve burada ona sarılmak, onu öpmek, alev rengi dağınık saçlarını okşayıp koklamak, kafamı o güzel yumuşacık boynuna gömüp avazım çıktığı kadar defalarca 'seni çok seviyorum' diye bağırmak istiyordum. Bunun yerine olduğum yerde durup bir elim ağzımda, bir elim Alex'in omzunda, gözlerim dolu, hıçkırıkla kıs kıs gülmek arası bir ses çıkararak ona bakmakla yetiniyordum.
O da bir süre duraksayıp bana baktıktan sonra kendini daha iyi ifade ettiği için Fransızca olarak sakince "Korkuyorsun ama az da değilsin! Bak ben seni çok, hem de çok seviyorum ve hep seninle olmak istiyorum, ister inan ister inanma kalbim resmen seninle birlikte atıyor. Benim en kıymetlimsin. Sır değil, bunu biliyorsun! Ama bazen beni uçlara savuruyosun kendinle birlikte. Bu aşırı savrulmalar beni yoruyor, kırıyor ve... Uhhmm bunu söylemek istemezdim ama bazen beni gerçekten üzüyorsun ve kafamı karıştıyorsun Deniz..." dedi.
Haklıydı. Bu saçmalıklarım, gereksiz git-gellerim, dengesizliklerim ve travmalarım beni bile yoruyordu, kendime tahammülümü zorlaştırıyordu çoğu zaman. Onu nasıl yormasın ve sersemletmesin ki?
Elimi tekrar yavaşça dizine koyup "Alex, sana bir şey söylemem gerek..." diye söze giriyordum ki elini elimin üstüne koyup "Şşşşt! Bunları konuşucaz, duymak istiyorum tabii ki! Ama şimdi ve burda değil." diyip beni susturdu gülümseyerek. Ona bakıp hızlıca dudaklarımı yaladım, bana bir yer ve zaman söylemesini bekledim sessizce.
"Bugün okuldan sonra ne yapıyorsun?"
"Hiç! Tamamen boşum."
"Çıkışta buluşalım mı?"
"Olur! Size mi bize mi gidiyoruz?"
"Bambaşka bir yere!"
"Nereye?"
"Gidince görürsün. Benimle gelicek misin?"
"Şaka mı bu Alex? Seninle her yere gelirim!.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
| Aurore Boréale | BxB
RomantizmTanrıların bana hediyesi alev saçlı, gök gözlü meleğim... Aurore boréale gibisin; benim kuzey ışıklarımsın. Tıpkı onlar gibi heybetli, dalga dalga, yeşil, mor, bazen kırmızı ve pembe... Zifir karanlığımın en kuzeyinde rengarenk beliriverdin bir anda...