EYLÜL 2017
O kadar yıl geçtikten sonra hala aynı heyecanı hissetmem çok komik değil mi? Hala genç bir kızmışım, kocaman bir kadın olmamışım gibi... İçimdeki duygular yeni filizleniyormuş, çoktan ciğerimden kalbime doğru ulaşıp beni mahvetmemiş gibi... Yeni bir başlangıçtansa bir enkaza dönmek benimki... Ama bulutların pürüzsüz kıvrımlarını sıcak çayımın buğulandırdığı camın ardından izleyebiliyorken, önümdeki kağıtta yazan notaları aklımda müziğe dönüştürebiliyorken ve onu düşünüyorken heyecanlı olmamak imkansız.
Evet, onu düşünüyorken...
Gerçi şu son yedi yılda onu düşünmediğim tek bir an bile oldu mu? Tek bir söz, tek bir melodi, tek bir yaprak, herhangi bir şey onu aklıma düşürmeye yetti. Bu kadar kısa sürede bu kadar çok anı biriktirmişiz demek... En azından bunun için mutlu olmalıyım. Zaten mutluluk nedir ki? Nedir yani? Bazen tek bir an, bazen tek bir kişi, bazen tek bir eşya, bazen tek bir şarkı... Eğer öyleyse ben çok mutluyum.
Ama mutluluğun olayı da bu ya... Bir mutlu oldun mu hep fazlasını, daha da fazlasını ve en fazlasını istiyorsun. Asla yetmiyor sana. Bulutların ardında onu bulacağımı biliyorum. Beni mutlu eden bu değil mi zaten? Onun hayatında daha fazla yer alacağım için hiç değilse mutlu olabilirim. Madem bu kadar çok mutlu olacaktım o zaman neden bu kadar geç kaldım? Cesaret edebilmek bazen zaman alabiliyor. Daha doğrusu kaçmak çok uzun sürüyor. Kendini kandırmak... Ama gecenin ortasında kocaman yatağında iki yastığın arasında huzursuz huzursuz kıpırdanıyorken bir anda kafanı kaldırıp karanlığın içinde gözlerini alan aynanın yansımasında sadece kendini görünce insan tek bir saniyede yüzleşiveriyor.
Yalnızsın.
Hep bundan kaçmışsın aslında, hep korkmuşsun ama yine ve yine seni bulmuş. Sonrası tek bir "Tamam"a bakıyor, tek bir uçak yolculuğu, birazcık da bavul... Bir yandan da korkuyorsun tabii. İşin sonunda yine yalnız kalmak var. Yine de diyorsun ki, ama zaten hiç kimse bu kadar yalnız olamaz...
Hem... benim yalnızlığım onun yokluğu yüzünden. Keşke hep uzaktan izlemeye devam etseydim onu. Hep çalıların arkasında kalsaydım... Çınar ağacının tepesinden inmeseydim... O ilk elmayı koparmasaydım mesela--- gerçi Adem o elmayı kopardığı için bu haldeydik, değil mi? İnsanlık hali işte... Hep aynı hataya düşüyor. Ben de düştüm. Daha çok düştüm. En dibi gördüm... Ama sonrası hep yukarı çıkıştı. Bir kez bulutların arasında oldun mu yeraltını tekrar keşfetmeyi istemiyorsun. Olimpos'u görmüş Hades yeraltına dönmek ister miydi ki? Zeus'a sonsuz bir nefret duymaz mıydı? Yedi yıl boyunca hem yeraltındaki cehennemin yedi katını, hem de göğün yedi katını keşfetmiş olabilirim ben de, bunu şu an kavrıyorum.
"Nerelere dalıp gittin sen yine bakalım, benim güzel yıldızım?"
"Yedi ve katlarına..." diye düşündüğümü söyledim hemen.
Bu hallerime alışkın olan Egemen ne demek istediğimi umursamadı bile. Önümdeki nota kağıtlarını göstererek "Kaç bin fit yüksekte de çalışmaya devam ediyorsun ya, işte sanatçı ruhu dedikleri bu!" dedi. "Bu konser için çok heyecanlısın, değil mi?"
Cevap vermedim. Sadece gözlerimi nota kağıtlarından ayırıp tekrar bulutlara sabitledim. Egemen yine pek benimle ilgilenmeden konuşmaya devam etti.
"İstanbul'da konser vermeyi kabul etmekle çok doğru bir karar verdin, Helen. Dinleyici kitlenin çoğu zaten Türkiye'de... Biliyorum Ankara'da ve İzmir'de de konserler verdin ama İstanbul'la bir olmuyor."
İstanbul'a dönünce kendime gelemem, yıllardır aradığım kendimi kaybederim diye buraya ayak bile basmadım yıllardır... Oysaki şimdi şu halime bak! Kendi ayaklarımla gidiyorum. Ayaklarımla değil tabii, uçağımla...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denizin Yuttuğu Ev I - II
General FictionKış çok soğuk geçtiğinde, rüzgarlar sert estiğinde deniz kudururdu. Kuduran denizin dalgaları evin duvarlarına vururdu, zarar verirdi. İçimden 'Deniz evi götürecek!' derdim. Daha fazla haklı çıkabilir miydim? Denizin yuttuğu ev işte, bizden geriye k...