11. Porselen Bebek

2K 137 150
                                    


Kişisel yoğunluğumdan ötürü geç gelen bölüm için özür dilerim. Ama neyseki bölümler oldukçaaa uzun :) İlginç bir bölüm olduğunu düşünüyorum. İyi okumalar ^^


Yekta'nın notu görmesi tam iki gününü aldı. Somut bir şeyi görmesi bu kadar vakit alıyorsa bazı şeyleri kafasına vura vura anlatmam gerekecek galiba. Ben de öyle yapacağım zaten... Ara sıra "Acaba bu gurursuzluk mu?" diye soruyorum kendime ama sonra da kendimi ifade etmezsem delireceğimi, bu yüzden hiç değilse içime atıp şişmemek için buna devam etmem gerektiğini düşünüyorum. Yekta'nın yanımda olmasını istiyorum. Arkadaşlığını özlüyorum. Onunla konuşmayı, içimden ne geçiyorsa anlatmayı, ona dokunmayı... Özlüyorum ama hiçbir şey eskisi gibi olamaz, biliyorum. Arkadaşlığı artık yetmiyor bana ve istesem de tekrar arkadaş olamayız. Arkadaşlığın kelime anlamına sığamayız. Ama onu da kaybetmek istemediğimden üstüne düşüyorum işte. Onu hiçbir şeye zorlayamam ama hiç değilse burada olduğumu hatırlatabilirim.

Zorunda olmadığında benimle iletişim kurmasa da hiç değilse kitaptaki nota bir karşılık vermişti. Perşembe akşamı eve geldiğimde odamdaki masanın üzerinde kitabı bulmuştum. Oraya nasıl gelmişti bir fikrim yoktu. Yekta odama giremeyeceğinden, yani çok pardon girmeye cesaret edemeyeceğinden, büyük ihtimalle Günseli Teyze'den rica etmişti. Kitabın işaretlediği kısmını heyecanla açıp altını çizdiği kısmı gördüğümde heyecanım solup gitmişti.

"Çocukluğundan beri göl kıyısında yaşayan bir genç kız var, sizin gibi biri; tıpkı bir martı gibi seviyor bu gölü ve bir martı gibi de mutlu ve özgür. Günün birinde bir adam geliyor oraya, kızı görüyor ve yapacak başka bir işi olmadığından yazık ediyor kıza..."*

Bu alıntının olduğu sayfaya da benim gibi şu notu iliştirmiş: "İstediğin bu mu?"

Notu görür görmez sinirle "Of! İlle beni deli edecek!" diye mırıldanıp kendimi yatağa attım. Yine söylenmeye başladım. "Bana yazık edecekmiş. Hah! Çimlere basmaya kıyamayan adam bana yazık edecekmiş. Ben martıymışım... Büyük yanılgı!"

Buna vereceğim cevap belliydi. Kitaplığımda başka bir kitabın arayışına girdim. Sonra da kitabın kapağının üzerine bir kağıt yapıştırdım ve "Ama ben martı değilim! Unuttun mu, benim kanatlarım yok." yazdım.

Bir hışımla odadan çıktım ve bahçede olduğuna emin olduğum Yekta'yı buldum. Üzerime mont giymeye bile tenezzül etmeden dışarı çıktığımı ve hızlı adımlarla ona yaklaştığımı gören Yekta şaşkınca bana bakıyordu. Ben yanına yaklaşınca "Üşüteceksin..." diye söylendi.

"Çok kalmayacağım." dedim yüzüne bile bakmadan. Sonra da kafam sinirden birazcık yanmış olduğundan elimdeki kitabı uygarca eline uzatmak yerine göğsüne yapıştırdım. Yekta kitap yere düşmeden zar zor tutabildi. "Yeni bir kitap önerim vardı da sana!"

Yekta sesli bir şekilde kitabın adını okudu: "Kızgın Damdaki Kedi..."*

"Evet!"

"Filmini izlemiştim ama kitabı okumamıştım. Sağ ol."

"Bu kadar mı?"

"Kedi o damda durmakta bu kadar ısrar etmese iyi olacak. Ayakları yanıyor."

"Martı da gölün üstünde uçmasın o zaman! Oldu canım! Senin de bu aralar lafların Kasım soğuğundan keskin, insanın içini ürpertiyor." dedim bir yandan da gerçekten titreyerek. Kollarımı etrafımda kavuşturdum.

Denizin Yuttuğu Ev I - IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin