Bir yeni bölümle daha beraberiz :) Bu sefer çok da gecikmeden yeni bölüm atmanın haklı gururu içindeyim! Çok da sözü uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakayım. İyi okumalaaaar ^^
HAZİRAN 2011
"Hayat sende durmam diyor
Her nefeste son geliyor
Bildiğin sende kalsın
Sen yalancı baharsın
Artık senin olmam diyor"*Turkuaz'daki klasik cumartesi günü canlı müzik gecelerinden birindeydik. Kafenin akustiği pek iyi olmasa da sahnede olmak beni iyi hissettiriyordu. Yemeklerini yiyip içkilerini yudumlayan kalabalığın çatal-bıçak sesleri arasından şarkılara eşlik etmeleri hoşuma gidiyordu. Uzun zamandır pençesinden kurtulamadığım yalnızlığın böyle zamanlarda pek farkına varmıyordum. Turkuaz'ın sahibi Nedim Bey'in babacan tavırları da bana iyi geliyordu. Yemeklerden sorumlu eşi Aysel Hanım da çok sıcakkanlıydı. Şarkılarımı söylediğim zaman onlar da işlerinin stresinden uzaklaşıp beni can kulağıyla dinliyorlardı. Bana Burgazada'daki Mihalis Amca'yla Nilay Teyze'yi hatırlatıyorlardı. Böyle anlarda birdenbire annemi özleyiveriyordum, halbuki tek bir telefon kadar uzağımdaydı. Gel desem gelirdi, hatta gelmeyi istiyordu ama ona ben izin vermiyordum. Bir yıl geçmişti neredeyse son görüşmemizin üzerinden. Beni buraya yerleştirip gitmişlerdi. Özlemiştim ama hazır değildim İstanbul kokan ailemi kucaklamaya... Burada bir yabancı gibiydim, sanki geçmişimi bırakıp gelmiştim. Kendime yalandan bir dünya yaratmıştım, yuvarlanıp gidiyordum. Sıradan bir öğrenciydim. Geçimimi sağlamak için çalışıyordum. Adımı bile unutuyordum bazen. Sanki onca şeyi yaşamamışım gibi... Helen'den hemen sonra Yekta gelince insan kendi adını bile unutmak isteyebiliyor. Okulda hocaların Ms. Feridun diye bana seslenmesi bu yüzden bana çok iyi geliyor. Kendimi ölü kardeşim gibi hissediyorum o an. Onun kadar uzak ve soğuk...
Egemen oturduğu yerden çok iyi gidiyorsun dercesine bana göz kırptı. Ona hafifçe tebessüm ettim. Aramız yeni yeni düzelmişti ve samimi olabilmek için çaba sarf etmem gerekiyordu. Ama onun rahatlığı bana da yansımaya başlamıştı. Bütün söylediklerini arkamızda bırakmaya karar verdik. Biraz da zorunda olduğumuz için... Burada ondan başka kimsem yok, onun da benden başka kimsesi yok. Bana ihtiyacı varmış, öyle diyor. Birbirimizi iyileştirmeye çalışırken daha da çok hasta edeceğimizden korksam da artık bazı şeylerin daha da fazlası olamayacağını düşündüğümden Egemen'le ilgili konunun peşini bıraktım gitti. Zamanla benim onun sandığı kişi olmadığımı anlayacak ve gidecek zaten. Benimse onun istediği küçük yıldıza dönüşmeye niyetim yok. Sevdiği de ben değilim ki, o küçük yıldızın hayaline tutunmuş gidiyor! Galiba beni ben olduğum için sevmek çok zor bir şey... Galiba Helen Feridun çok zor bir kadın. Egemen dış görünüşümün ve sesimin altına bir angel of musichayali sıkıştırmıştı, beni ayrıldığı sevgilisinin yerine koymuştu ve serzenişlerimin arasında Helen'i görmeyi ise reddetmişti. Yekta'ysa... beni ben olduğum için sevdiğini sanmıştım ama o beni sevmeye bile katlanamamış. Belki de benim gibi birini, bir canavarı, bir Siren'i, sevebildiği için kendinden tiksinmiştir. Sevgisi gerçekse tabii, o da yalan değilse...
"Sen yalancı bir sonbahar
Ben sevdalı koca çınar
Kaç mevsim benden aldın?
Kaç sevda geri verdin?
Ruhum sana kanmam diyor"Hala sanki dünmüş gibi sesi kulaklarımda yankılanıyor: "Tanımadığın birinin nesine aşık oldun o zaman? İnsan sadece hayal ettiği birine aşık olur mu? Senin aşkına güvenmemekte o kadar haklıymışım ki! Sen sadece kendini düşündün, tamam mı? Kendini kurtarmak istedin bu evden ve beni de maşa yaptın! Ama bak... bütün her şeyin sonunda sen de belki de amaçladığın üzere bir Kudret Feridun'a, bir inci tanesine hah!, dönüştün! Bencil..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denizin Yuttuğu Ev I - II
General FictionKış çok soğuk geçtiğinde, rüzgarlar sert estiğinde deniz kudururdu. Kuduran denizin dalgaları evin duvarlarına vururdu, zarar verirdi. İçimden 'Deniz evi götürecek!' derdim. Daha fazla haklı çıkabilir miydim? Denizin yuttuğu ev işte, bizden geriye k...