2017
Kollarımı iki yana açtım ve kendi etrafımda döndüm. Siyah, uzun eteğimin bacaklarıma çarptığını hissedecek kadar hızlı döndüm. Ona bakıp "Tek bir odaya sığdırdığım hayatıma bakıyorsun şu an, biliyor musun?" dedim. "İlk adımını da senin odanda atmıştık zaten. Sen ve ben... Söylesene... Hiç pişman oldun mu? O gün teklifimi kabul ettiğin için hiç pişman oldun mu?"
Ellerini koyu gri kumaş pantolonunun cebine attı ve gözlerini benden kaçırarak güldü. Başını iki yana salladı ve derin bir nefes alıp tekrar güldü. Alnının ortasına sabah güzelce briyantinlenmiş ama gecenin bu saatine kalmamış saçlarından bir tutam virgül şeklinde düştü, oraya kuruldu. Gözlerini kaldırıp bana tekrar baktığında o saç tutamı hala orada duruyordu ve nefesimi düzensizleştirecek kadar güzel görünüyordu.
"Hayır. Hiç pişman olmadım. Komik değil mi? Onca olan şeyden sonra kendime kızıyor olmam lazım, belki de sana kızıyor olmam lazım... Belki çok pervasızca ama hiç pişman değilim. Bugün bildiklerimi bilsem yine kabul ederdim. Ama itiraf etmem gerekiyor... O gün sen odamın penceresinden Peter Pan gibi çıkıp gittikten sonra ardında gölgeni bıraktın. Bir anlığına kendime dönüp sordum: 'Ne yaptığını sanıyorsun sen?' Sonra susturdum kendimi, mantığımı... Attığım adımların sonu karanlıktı, belirsizdi, belki de yolumun sonu çıkmaz sokaktı, yapabileceğim tek şey sonunda duran duvara oturup kalmaktı, biliyordum, farkındaydım bunların ama yine de duramadım. Hayatımda ilk defa, Helen, yemin ediyorum sana, sonumun kötüye varacağını bile bile duramadım. İlk defa aptallık yaptığımı bile bile elimi karanlığa doğru uzattım. Ama bu hayatta aptalca olmayan hiçbir şey güzel değil... Sana doğru ilerledikçe aydınlanıyordu yolum, teker teker yanıyordu meşaleler. Yine de önümü göremiyordum. Dediğim gibi... Sana bakarken boynum ağrıyordu! Hem çok yüksekteydin, hem çok kalabalık..."
Çekingence yanına yaklaştım. Hafifçe ellerini tuttum, kenetlemedim parmaklarımı... Sanki elleri hassasmış gibi. Yine korkarak sordum: "Peki ya şimdi? Şimdi bana doğru adım atarken önünü görebiliyor musun?"
Ellerini ellerimden çekti ve sonra kolları belime dolandı. Beni kendine daha da yaklaştırdı. "Evet, görebiliyorum." Gülümsedim ve alnının üzerine düşen saç tutamıyla oynamaya başladım. "Çünkü artık sana ulaştığımı hissediyorum. Artık karanlık yok, yolumu yitirme korkusu yok. Ne ileriye ne de geriye adım atma ihtiyacı duyuyorum. Buradayız, yine bir odanın içerisindeyiz, bu oda sanki yine sadece bizim için dönen bir dünya gibi... Beraberiz ve tüm meşaleler bizim için yanıyor. Başkalarını değil, sadece seni görsem yeter bana..."
***
EKİM 2009
"Evet, Yekta? Ne diyorsun?"
Sorum üzerine Yekta bir anda sessizliğe büründü. Şaşırmış bir şekilde bana bakıyor, ince dudakları konuşmak için bir aralanıyor bir kapanıyordu. Ne diyeceğini, ne cevap vereceğini bilemiyordu. Sanki "Of, bu da nereden çıktı şimdi? Dertsiz başıma bela!" der gibiydi.
"B-ben... Şey..." diye ağzında bir şeyler gevelemeye başladığında anlamıştım.
Omuzlarımdaki battaniyeyi yatağın üzerine bıraktım ve ayağa kalktım.
"Tamam, ben anladım seni. Bunu yapman doğru olmaz. Pınar da yarışmaya katılıyor ve eğer sen bana destek verirsen bu çok yanlış anlaşılır. Bir tercih yapman doğru değil... Gerçekten sorun değil, anladım ben seni. Benim sormam salaklıktı. Seni zor duruma düşürdüm. Ve rahatsız ettim. Ders çalışıyordun. İyi geceler."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denizin Yuttuğu Ev I - II
General FictionKış çok soğuk geçtiğinde, rüzgarlar sert estiğinde deniz kudururdu. Kuduran denizin dalgaları evin duvarlarına vururdu, zarar verirdi. İçimden 'Deniz evi götürecek!' derdim. Daha fazla haklı çıkabilir miydim? Denizin yuttuğu ev işte, bizden geriye k...