Bence bu sefer bölüm daha erken geldi eheh :) Bu bölüm "Denizin Yuttuğu Ev"de Yılbaşı zamanı! İyi okumalar ^^
Geçmek bilmeyen bir kırk üç gündü. Sıkıcılığı sorun değildi ki zaten sıkıcı da değildi ama Yekta'yla göz göze gelmemek için uğraştığım onca zaman, aramızda geçen buz gibi kelimeler, birbirimizden kaçıp durmamız... Sanki yaşanmamış günler gibiydi! Uzak olursak, çok yan yana durmazsak birazcık daha hafifler, geride bırakabilirim sanmıştım ama olmadı. Daha da kötü oldu sanki. Bir de duygularımın arasına sinsice özlem girip yerleşiverdi.
Düzenli olarak Yekta'yı özleyip durmaktan başka ne yaptım? Daha önce yapmadığım birçok şey! Yekta'dan önceki boş hayatıma geri dönmedim. Hani kendimi sürekli odama kapatıp pısıp kaldığım. Yektalı veya Yektasız, Anna Karenina'nın ilk sayfasında yazdığı gibi: "Öç benimdir, karşılığını ben vereceğim."* Tabii öç Tanrı'nındır ama bir şekilde ben de O'nun işini kolaylaştırabilirim belki. Bir yolunu bulup kendimi ifade etmem gerekiyor, hayata atılmalıyım çünkü bu hayat benim. Başkasının benim üzerimde egemenlik kurmasına bundan sonra izin vermeyeceğim. Ne babaannemin, ne annemin, ne babamın, ne Pınar'ın, ne de Yekta'nın... Kimsenin bilerek canını yakmayacağım veya içten pazarlıklı intikam planları kurmayacağım. Zaten beceremem, en sonunda kendi kendimi bitiririm. Ama bundan sonra benim yapacağım herkese kendi hakkını vermek ve hiç değilse kendimi bir daha küçük duruma düşürmemek. "Kötülüğe yenilme, kötülüğü iyilikle yen."* Çok basit bir cümle gibi görünüyor bu ama benim elimde olan tek şey... Ama tek bir şeyden emin değilim: İçimde samimi bir iyilik büyütebilir miyim, yoksa bu iyilik hep yapay mı kalır? Ve bence yapay bir iyilik samimi bir kötülükten daha korkunçtur.
İşe babaannemle aramı düzeltmekle başladım. Orkideyi görünce zaten mest oldu. Bu hediyeyi Pınar verseydi şaşırmazdı çünkü bu ondan beklenen bir davranış ama asıl mesele orkideyi veren kişiydi. Babaannem bunu bir boyun eğiş, bir yenilgi, bir kabullenme olarak görüp memnun oluyordu. Onun istediği gibi bir Feridun oluyordum sonunda! Orkideyi hediye ettikten birkaç gün sonra da şirketin Yılbaşı balosu için beraber alışverişe gitmeyi teklif ettim. Normalde balolara katılmayı tercih etmez ve babaannemle alışverişe gitmek istemezdim. Babaannem de beni zorlayamazdı çünkü kalabalık ortamlarda ters davranıp onu rezil etmemden korkardı. Bu sebeple ben alışverişe gitmeyi teklif edince bir hayli şaşırdı ve memnuniyet duyarak kabul etti.
Bütün gün boyunca babaannemin istediği mağazalara girdik. Gitmek istediğimiz mağazaya yürümüyorduk bile. Araba gelip bizi alıyordu ve mağaza iki adım ötede bile olsa arabayla gidiyorduk. Bu kadarı da gülünçlüktü artık ama ses etmedim. Günün sonunda harcadığımız paradan bahsetmek bile istemiyorum. Hayal edemeyeceğim kadar fazla değerli takılarım oldu. Artık altın burma bileziğim var diye şaşarken babaannem bir de onun üzerine pırlanta üzerine yakut işlemeli bir gerdanlık seti aldı bana. Kabul etmek zorundayım ki çok güzeldi. Bir de "Düğününde takarsın inşallah!" demez mi?! Uzun vadeli takılar bir yana bir de balo için çok şık bir küpe aldık. Babaannem beni bulmuşken gardırobumu da yenilemeden bırakmadı. Yine kabul etmek zorundayım ki hepsi benim zevkime uygun kıyafetler seçtik. Artık ipin ucunu tamamen babaannemin eline teslim etmiştim çünkü her zamankinden mutlu ve keyifli görünüyordu. Beni seviyormuş gibiydi, şaşılacak şey! Birkaç kere elimi tuttu ve yine ve yine kabul etmek zorundayım ki onun tarafından sevilmeyi hala tahmin ettiğimden daha fazla istiyormuşum. Onun ağzından çıkacak beğeni ve iltifat sözcüklerini yakalamak, beynime kazımak ve sürekli kendime hatırlatmak istiyormuşum. Bu gerçeğin farkına o günün sonunda yaptığım bir şeyden sonra vardım.
Eve geldiğimizde akşam yemeği saatini bile kaçırmıştık, öyle olunca babaannem sadece ikimize özel bir sofra hazırlattı. Bütün yemek boyunca beni ne sessizliğiyle, ne de keskin sözcükleriyle cezalandırdı. İlgimi çekmeyen konulardan bahsediyordu ama hiçbiri bana laf sokma amacını içermiyordu. İçim kıpır kıpırdı. O kadar ki en son kendimi sosyetenin önde gelenlerini kıyaslayıp babaanneme hak verirken buldum. O sofrada yediğim boğazıma dizilen yemekler aklıma geldikten sonra bu yemek benim için o kadar kıymetliydi ki... Sonunda rahat edebilmek ve "benim evim, benim sofram, benim babaannem" diyebilmek... Sanki daha önce babaanneme bu kadar yakın –ama kendimden uzak- yaklaşsam her şey yoluna girecekmiş gibi hissettim bir an. Belki de babaannemin istediği böyle hissetmemdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Denizin Yuttuğu Ev I - II
Fiksi UmumKış çok soğuk geçtiğinde, rüzgarlar sert estiğinde deniz kudururdu. Kuduran denizin dalgaları evin duvarlarına vururdu, zarar verirdi. İçimden 'Deniz evi götürecek!' derdim. Daha fazla haklı çıkabilir miydim? Denizin yuttuğu ev işte, bizden geriye k...