Baska şehire taşınmıştık. Yaşım ilerlemişti.
Depresyonlar peşimi bırakmıyordu. Annemin sözünü hiç dinlemiyor, eve girmiyordum. Gerçek babamın nerde yaşadığını öğrenmiştim. Ara sıra yanına gidiyor saatlerce onu izliyordum. Karşısına çıkıp, aldığım tüm darbeleri yumrularımda toparlayıp yüzüne indirmemem için sebep yoktu fakat sabretmeliydim. Bu şekilde acı vermek bana göre değildi.
Acı...Insanların mutluluk dediği şey çoğu zaman gülmek, sevdikleriyle zaman geçirmek olduğunu kestiriyordum. Bazıları için ise acı mutluluktur. Fiziksel, belki içsel... Kelimeler eğer insanlar icinse, bos birer kalıp olarak onları dolduran yine insanlardır.
Mutlu olmak istemiyordum. Acı çekmek veya üzülmek. Sevinmek istemiyordum. Uyumak veya uyanmak...
Gördüğüm halisilasyonlar birer kalıptı, doldurdum. Sadece bana yap veya yapma demiyorlardı, bazen ne yapmam gerektiklerini de söylüyorlardı. Babam gözlerimin yörüngesinde olduğunda ortaya çıkıp tartışıyorlardı.
-Yap şunu! Intikamını bile haketmiyor!
Sus!
-Yap şunu! Gözlerinin görmesini, bir kaç metre ötende olmayı bile haketmiyor!
Sus artık, şimdi değil! Şimdi degil!Insanlardan nefret ediyordum. Herkes herşeyi yapabilirdi. Artık zarar göremezdim, zarar bendim.
-Yap şunu! Ne duruyorsun? Ellerinle ruhunu bedeninden ayırırken, biraz olsun huzur denilen kalıbı doldur kendin için. Yap şunu! Hadi! Yalvarmasını dinle!
Uzun paltomun cebinden öfkem kadar keskin bıçağı çıkartmıştım bile. Ağır ağır yürümeye başlamış, gözlerim sadece yapacaklarıma odaklanmış...
Hızlıca bıçağı boğazına saplamıştım noluyor bile diyemeden. Gözbebeklerinin yavaşça büyüyüşünü seyrediyordum. Boğazından akan kanlar içimdeki öfkeyi daha da kavuruyordu. Bıçağı çıkartıp tekrar saplamıştım. Tekrar, tekrar, tekrar...
Gözlerimi açtığımda nefesimi kontrol etmem gerektiğini, ağzımda zifiri acı bir tad olduğunu farkettim. Beni kendime getiren köşe başında ki tezgahında bağıran simitçiydi. Tekrar kafamı döndürdüm. Adım atmayı kesmiştim. Oradaydı babam... Biraz önce gözlerimin önünden geçenleri yapamazdım. Yavaşça bıçağı geri koymuştum siyah paltomun cebine. Bu kadar basit değildi. Bu kadar kolay değil.
Zengindi. Uzun boya ve ela gözlere sahipti. Kafamı yan çevirip yüzüne odaklanmıştım. Benziyorduk. Bu durum daha çok sinirlenmeme sebep oluyordu. Bana baktığını aklımdaki derin düşünceler sebebiyle farketmemiştim. Böyle hatalar yapmamalıydım. Beni farketmişti. Bazı şeyler planladığım gibi gitmiyordu ve bu durum beni çok sinirlendiriyordu. Daha çok düşünmeli, ince ince ayrintilamaliydim.
Aramızda bir kaç metre vardı. Caddenin hemen karşısında duruyordu. Yüzüme derin derin bakıyor, anlam vermeye çalışıyordu. Beni tanımıştı. Ayakları adım atmak için harekete geçmişti bile.
Durdu. Kararsızdı. Ne yapacağını bilmeyen tavırlar sergiliyordu. Yüzündeki uğultu, tökezlememe sebep olmuştu. Bu bilinmeyen bir durumdu. Içimdeki sızı da öyle...Adım atmaya başladım. Aramızdaki mesafe kapanmıştı. Karşımdaydı. Gözlerime bakıyordu.
-Evet?
Evet... evet mi! Birkaç dakika önce aklımdan geçenleri yapmak istiyordum. Içimde ki sızı yerini öfkeye vermişti. Biliyordu, anlamıştı! Sahi... ne bekliyordum? O uzun, geniş kollarını bedenime dolamasını mı? Istedigim bumuydu? Hayır! Olamazdı. O zaman neden sinirlenmiştim? Bedenim kaskatı kesilmişti.
-Sen... Sen!
Sıktığım dişlerimin arasından çıkan kelimeler daha çok kasılmama sebep olmuştu. Neden böyle birşey dediğimi bilmiyordum. Bunlari önceden plânlamıştım fakat herşey çok erken gelişmişti. Doğaçlama girmem gerekiyordu ve ben sanki ben değildim. Gözlerinin uzerimde hakimiyetini sürdürdüğü aşikardı.