Bazı aşklar günah gibidir; öyle bir günahtır ki bedeli berdel ile ödenir.
Bu topraklarda, erkeklerin yaşaması için kadınlar kurban edilir. Kadın haklarından bihaber olan bu coğrafyada, kadın kahramanlar vardır.
Bu bir aşk hikayesi değil; kaderine bo...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Medyada Baran, Türkan ve kızları Dilara.
Zamanında gizli, şimdi ise yasak olan aşklarına bir başkası daha tanık olmuştu, üstelik olmaması gereken birisi. Zeynep bunca zamandır her şeyi biliyor muydu ve yine de sükûnetini koruyor muydu? Dicle, dolapta saklanırken ikiliyi izlerken, heyecandan dışarı fırlayacak gibi hissetmişti. Nabzı hızlanmış, düzensiz nefes alışları onu zorluyordu.
Boran, bir adım ötede duran genç kıza bakakalmıştı. Ağzı yarı açık, onu izliyor ve ne diyeceğini merakla bekliyordu. Zeynep kollarını göğsünde çaprazlayarak, sesini yükseltmeden konuşmaya devam etti:
"Yedi ay önce, ağabeylerimle İstanbul'a gelmiştik ya, düğün alışverişi için. O gece Baran ağabeyinle yaptığınız sohbeti duydum. Buraya geleceğini ve sevdiğin kızla evleneceğini söyledin. Geldin ama evlilik yolunda bir adım bile atmadığını gördüm, Boran..."
Başını dik tutarak, gözlerini halasının oğluna dikmişti.
"Sen burada olduğun sürece, benim canım çok yanacak. Çünkü her an, burada olmanı sağlayan kişinin ben olmadığını düşüneceğim. Her an acı çekmek yerine, bir kez yanmayı tercih ederim. Git o kıza, yoksa umutlanıp sonunda hayal kırıklığına uğrayacak olan ben olacağım."
Zeynep açıkça aşkını itiraf etmişti. Boran işittiği sözlerle şaşkına dönmüştü. Önünde duran kuzeninin aşkını ilan ederken, diğer yanda kalbinin tek sahibi olan kişi de bu konuşmalara şahit olmuştu. Genç adam, çaresiz hissediyordu, kendini sanki denize taş bağlanarak atılmış gibi hissediyordu. Boğuluyordu ve kayboluyordu. Dicle ise, Zeynep'in karşılıksız sevdasını çoktan anlamış, üzülerek haklı çıkmıştı.
"Zeynep, gitmelisin. Daha uygun bir zamanda konuşuruz, olur mu? Şimdi zamanı değil."
İstanbul beyefendisi gibi, karşısındaki hanımefendiye zarif bir ret vermişti Boran. Dağlar kadar sağlam dururken, gözyaşlarını içine akıtarak onu onayladı ve genç kız odayı terk etti. Daha ne söyleyebilir, ne yapabilirdi ki? Belli ki, karşısındaki adam gururunu incitmemek için çok çabalamıştı.
İkisi yalnız kaldıklarında Dicle dolabın kapaklarını açıp saklandığı yerden çıktı. Boran yüzünü sevdiğine çevirdiğinde, fırtına öncesi sessizliği gördü genç kadının gözlerinde. Bir şey söylemeden odayı terk etmeyi planlarken, duygusal bir karmaşa yaşayan Boran onu durdurdu. Genç adam, kadının kolundan tutarak kendine çevirdi ve ardından kuvvetle duvara itti. Üzerine doğru yürüyerek Dicle'yi iki kolunun arasına hapsetti, artık Boran'ın esiriydi.
"Bugün yaşadıklarımızın tek sebebi sensin, Dicle..." dedi Boran. İşaret parmağıyla yüzünü keşfederken, son durak heyecandan ve korkudan kuruyan dudakları oldu. Bu hareket Dicle'nin baştan aşağa kızarmasına neden oldu. Boran ona öylesine yaklaştı ki, artık sadece bir nefes kadar uzağındaydı. Eğilip kulağına fısıldadı. Genç adamın nefesi kulağına vurdukça Dicle'nin nabzı hızlanıyor, tuhaf bir hale bürünüyordu.