41. Bölüm

10.2K 337 17
                                    

Medyada Dicle ve Azad

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Medyada Dicle ve Azad.

Gün batımında, İstanbul masalsı bir şehre dönüşmüştü. Kaldıkları otelin en üst katındaydılar; Azad süiti ayarlamıştı. Dicle, büyük terastan Marmara Denizi'nin büyüleyici sonsuzluğunu izliyordu. Güneşin kızıllığı adeta denizin mavisiyle dans ediyordu. Ellerini karnına götürdü ve garip bir şekilde içini huzur kapladı. Cizre'nin yoğun ve gergin atmosferinden sonra İstanbul, adeta şifa gibi gelmişti. Oysa başta hiç gelmek istememişti; şimdi ise geldikleri için neredeyse Azad'a teşekkür edecekti.

"Üşüme, akşamları bu şehrin serinliği insanı hasta eder. Bizim oralara benzemez..." dedi, karısının omzuna şalı sararken. Genç kadın tepkisiz bir şekilde manzarayı izlemeye devam etti. Odanın içinde ise Şirin ve Rojda eşyaları yerleştiriyordu. Sıraç ise Zaloğlu ailesinin güvenliği için önlemleri artırmakla meşguldü. Herkes boş dünyanın boş işleriyle koşturuyordu. Azad, terasta bulunan sandalyeye oturup gözlerini genç kadına dikti. Dicle, izlenildiğini fark edince yüzünü ona döndü. Uzun bir bakışma ve ölüm sessizliği hâkimdi. Kim bilir, şu anda ikisinin aklından neler geçiyordu...

"Hazal'ı yerleştirdiniz mi?" Sessizliği bozmak isteyen Dicle, bu bahaneyle kuma'sının durumunu sordu. Azad başını sallayarak, "Evet, memleketin en iyi hastanesinde, en iyi hekimlerine emanetler," dedi. Dicle duyduklarına yalnızca tebessüm edebildi. Hazal'ı çok sevmesese de onun ve çocuğunun sağ salim kurtulmasını istiyordu; başlarına kötü bir şey gelsin istemezdi. "Hatırlarsan sana İzmir'de üniversitede birlikte okuduğum arkadaşlarımdan bahsetmiştim, Oğuzhan ve Asena. Evlendiler ve yıllar önce buraya taşındılar. Şimdilerde Oğuzhan, memleketin en iyi hekimlerinden biri oldu. Kendisi hem Hazal'a hem de sana doğum yaptıracak. Ondan başkasına güvenmem."

Bir doktor, iki kadını doğurtturacaktı; tek bir adamın soyunu devam ettirmek için. Tuhaf. Ama Zaloğlu bu durumu bile normalleştirmişti. Dicle, ağırlaşmış bedenini dinlendirmek için kocasının karşısındaki sandalyeye oturdu. Azad dikkatlice karısının büyümüş karnını süzdü ve yeniden o lanetli dudaklarını araladı: "Bu arada, yarın Havin halamların evine davetliyiz."

Havin halanın evi... Yani Bora'nın dünyaya geldiği yer. Yüreği kor gibi yandı. O ev, sevdiği ama kavuşamadığı adamın hatıralarıyla doluydu. Ziyaret konusunda isteksizdi; fakat buraya kadar gelip onlara uğramamak olmazdı. Mecburen onayladı.

"Sana birkaç kıyafet getirttim. İçlerinden birini bu akşam giymeni istiyorum. Otelin restoranında bir eğlence olacak. Afiyetle yemek yer, biraz neşemizi yerine getiririz."

Dicle, duyduklarından elbette tatmin olmamıştı; itiraz edeceği sırada Azad ağa ayağa kalktı ve ona söz vermeden duş almak için banyoya girdi. Genç kadın da odasına gidip yatağın üzerindeki elbiselere baktı. Hepsi moderndi, Cizre'de giydiği fistanlarla uzaktan yakından alakası yoktu. Akşam yemeğinde giymek için siyah olanı seçti. Sonra odanın kapısı çaldı; kuaför ve makyöz içeri girdi. Dicle şaşkınlıkla onları izledi, bu kadar hazırlığa bir anlam veremedi. Şirin'e baktı sorgulayan gözlerle, ama küçük kız da hanımı gibi habersizdi.

Eɴɪşᴛᴇᴍɪɴ KᴜᴍᴀsıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin