Tanrı Günahlarını Bağışlasın

38 2 0
                                    

"Rab'bimiz Mesih İsa! Sen ki Tanrı'nın oğlusun, Bakire Meryem'in oğlusun, Tanrı ve İnsansın. Huzur getirmek için zeytinlik dağında bizim için korkudan kan terledin ve ölmekte olan bu kişinin kurtuluşu için çok kutsal ölümünü Göksel Babana sundun. Bu kişi bir şekilde günahları yüzünden sonsuza kadar lanetlenmeyi hakettiyse bile, bu kader ondan uzak olsun. Ebedi Peder bunu, Kutsal Ruh ile birlikte ebediyen yaşayan ve hükmeden biricik oğlun, Rab'bimiz Mesih İsa'nın adına senden dileriz. Amin."

İki eli karnında kenetli bir biçimde uzanmakta olduğu kanepeden kalkıp çaydanlığa yüzde yirmi beşini dolduracak kadar su koydu ve ocağın altını yaktı. Su kaynadıktan sonra dolaptan çiçek desenli porselen bir fincan çıkardı ve fincana 130 ml.  kadar sıcak su doldurup üzerine bir doz espresso ilave etti ve çekmeceden bir çay kaşığı alıp yavaş bir şekilde kahveyi karıştırdı. Fincanı eline alıp karavanın kapısını açtı ve dışarıya çıktıktan sonra dağların arkasından bir hava balonu gibi yükselen güneşin sıcaklığını yüzünde hissederken kahvesinden bir yudum aldı.

Gün doğumunun büyüleyici havasına karşı kahvesini içtikten sonra karavana geri döndü ve buzdolabının yanındaki dolabın çekmecesinden büyük ve tırtıklı bir av bıçağı çıkarıp bileği taşının yanına koydu. Bileği taşını yağladıktan sonra bıçağı eline alıp keskin kenarını bileği taşına yirmi beş derecelik bir açı oluşturacak şekilde tuttu ve bıçağı bilemeye başladı. Biledikten sonra eline sarı bir bez alıp bıçağın her yerini güzelce sildi. Sırada Alexander Hawthorne vardı. 

İçinden şu duayı mırıldandı: "Peygamberlerin ağzından konuşmak için sessiz kalan Rab Mesih İsa! Seni kendime Ebedi sevgi ile çekiyorum. Bu sevgi seni göklerden bakirenin bedenine çekti. Bu sevgi seni, bakirenin bedeninden sana muhtaç olan bu dünyaya çekti. Bu sevgi seni otuz üç yıl boyunca bu dünyada tuttu ve bu büyük sevginin göstergesi olması için kutsal bedenini gerçek yiyecek ve kutsal kanını gerçek içecek olarak verdin..."

Büyük ve siyah güneş gözlüklerini ve üzerinde LA yazan beyzbol şapkasını taktıktan sonra ellerine ince ve siyah eldivenler, üzerine siyah çizgili beyaz bir gömlek, altına siyah bir keten pantolon giydi ve av bıçağını alıp ufak bir sırt çantasına koydu. Çantasını da taktıktan sonra karavandan ayrılıp şehir merkezine doğru yürümeye başladı. Yaklaşık otuz dakikalık bir yürüyüşün ardından şehir merkezine vardı ve yüz metre ilerisinde olan Murphy Bıçakçılık'a gitmeliydi. Vitrininde karambit, kelebek vb. gibi birçok çeşit bıçağın olduğu; kapısında büyük dikdörtgen ve beyaz bir kutu içinde kahverengi harflerle Murphy Bıçakçılık yazan yere vardı.

İçeriye girdi ve önündeki tezgahta birçok maket bıçak modeli bulunan, geniş omuzları giydiği dar tişörtten fırlamak için hazırda bekleyen roketatar başlığı gibi duran ve Mel Gibson'ı andıran bıçakçının yanına gelip çantasından bıçağını çıkardıktan sonra bıçağı ona uzatıp samimi bir gülümsemeyle "Merhabalar, elimde görmüş olduğunuz bıçak 1800'lü yıllardan kalma. Size bu bıçağa değer bir değer biçmeniz için geldim; bu konularda en iyisinin sizin olduğunuzu söylediler de," dedi.

Tezgahta duran adamın bir anda göz bebekleri büyüdü ve heyecanlı bir şekilde bıçağı D. Anderson imzalı katilin elinden alıp "Tabii efendim, buraya gelerek en mantıklısını yaptınız!" dedi. "Şuna bir göz atayım..."

Bıçakçı bıçağı bir çeşit büyüteçin altına koydu ve bıçağa göz gezdirdikten sonra bıçağı alıp sinirli bir şekilde tezgaha koydu ve "Sen benimle dalga mı geçiyorsun, ha pislik? Bıçağını da al ve siktirgit buradan," dedi.

D. Anderson imzalı katil olabildiğince sakin bir şekilde yine yüzünde o samimi gülümsemesini takınıp bıçağı alırken adamın gözlerine baktı ve "Teşekkür ederim," dedikten sonra dükkandan çıkıp Küçük Mesa Kafesi'ne gitmek üzere yola koyuldu. Küçük çocuk heykelini geçtikten sonra saat tam 12:30'da kafeye vardı. İçeri girip dışarısını rahat görebileceği bir köşeye oturdu ve bıyıkları yeni terlemeye başlamış kafe garsonundan americano kahve istedi. Yaklaşık altı saat boyunca orada oturdu ve dokuz bardak kahve içti. Saat 18:30'da şık takım elbisesi ve kravatıyla zengin bir iş adamına benzeyen Alexander Hawthorne onun gibi giyinmiş olan iki arkadaşıyla birlikte içeri girdi.

D. Anderson imzalı katil onuncu kahvesinden bir yudum alırken camdan dışarıya bakıp kafenin önünden geçenleri izlemeye koyulup Hawthorne ve arkadaşlarının muhabbetini ve 'sinir bozucu' olarak nitelendirdiği kahkahalarını dinledi.

Yaklaşık bir saat sonra Hawthorne ve arkadaşları masadan kalktılar ve ayrıldılar. D. Anderson imzalı katil masaya elli dolar bırakıp Hawthorne'un peşinden dışarıya çıktı. Hawthorne'la birlikte arabaya bindi ve evden çıkmadan beline koymuş olduğu Browning marka tabancasını çıkarıp Hawthorne'a doğrultarak ona "Sür," dedi.

Hawthorne panik içinde "Sende kimsin?!" dedi ve silahı görünce "Bütün paramı alabilirsin dostum yeterki bana zarar verme!" dedi.

"14. Ave caddesine sür."

Hawthorne onu dinledi ve 14. Ave caddesine geldiklerinde D. Anderson imzalı katil ona arabadan inmesini söyledi. Silahı beline yaslayarak ciddi bir ses tonuyla "En ufak yanlış hareketinde ölürsün," dedi.

Katil onu kimsenin olmadığı, farelerin cirit attığı bir ara sokağa götürdü ve silahı hala ona doğru tutarken "Yüzünü bana dön," dedi.

Hawthorne elleri havada, yavaş bir şekilde katile dönüp ağlamaya başladı ve "Ne olur yapma, ne istersen veririm!" dedi.

Katil silahını yavaş bir şekilde indirirken Hawthorne bir silaha bir ona baktı ve katil onun ne düşündüğünü biliyordu.

Katil korkutucu bir surat ifadesiyle "Tanrı hakkında ileri geri konuşmamalıydın, onu kabullenmeliydin. Şimdi ise cehennemde sonsuza dek yanmaman için Tanrı beni gönderdi; ben seçilmiş kişiyim ve sen bana boyun eğeceksin, benim tarafımdan cezalandırılanlar Tanrı'nın hala onlara değer verdiği anlamına gelir. Neşelenmelisin, seni öldürerek sonsuz cehennem azabından kurtaracağım," dedi.

Hawthorne "Seni lanet olası manyak!" diye bağırarak katilin üzerine koştu ve katil ağzı açık olan çantasından seri bir hamleyle bıçağını alarak üzerine doğru gelmekte olan adamın boğazına sapladı. Adam kendi kanında boğulduğuna dair sesler çıkarıp ağzından kan boşalırken mavi gözlerini kocaman açmış, dehşet içinde D. Anderson imzalı katile bakıyordu. Katil onu yere bırakıp bir süre boyunca ona baktıktan sonra "Tanrı günahlarını bağışlasın," dedi ve üzerine bir notla bıçağını Hawthorne'un boğazında bırakıp oradan ayrıldı.




Geçmişin KapısındaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin