Seni düşünmek güzel şey,
Seni düşünmek ümitli şey.
Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum.
-Nazım Hikmet•••
"Hayır!" diyerek akan gözyaşlarımı sildim. Birden bire ne olmuştu böyle?
"Çekil önümden."
"Saçmalama!"
"İzmir, çekil önümden!"
"O bir kere olur! Beni ikinci defa yalnız bırakamazsın!"
"Sana açıklama yapmak zorunda değilim."
"Zorundasın!" dedim sol elimle göz yaşlarımı tekrardan silerek. "Evet, zorundasın."
"Uçağa yetişeceğim, izninle."
"Sana inanmıştım, seni gerçekten sevdiğim için yaptığın bütün saçmalıklara katlandım ama sen, sen gidiyorsun! Hemde ne olduğu belirsiz bir sebep yüzünden. Eğer gidersen, bu yolun dönüşü olmaz anladın mı beni?"
"Çekil İzmir! Yoksa gözlerinin önünde yapacaklarımı hayatın boyunca unutamazsın."
"O zaman anlat! Bana ne yalanlar söylediğini, neden şimdi beni bırakıp gittiğini anlat!"
"Çünkü-" kesik kesik çıkan kelimeler dudaklarından bir mırıltıymışçasına bir anda döküldü. "Çünkü seni sevmiyorum."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Hayır. Bu söylediklerine inanmıyordum. O böyle biri değildi. Gözlerinde gördüğüm aşk yalan değildi. Saf sevgisi yalan değildi.
"Bana. Yalan. Söyleme." dedim her bir kelimeye dikkat çekerek. "Ben senin okyanuslarından okurum! Yalan. İnan bana buda yalan."
"Hayır değil. Oynadım. İnce ince her detayını işleyerek oynadım seninle."
Yüzüne geçirdiğim sert tokatla başı bir an olsun düşmedi. Hâla bir kurşun gibi dimdik duruyordu.
Kapıyı çarparak çıktığında aklımda hâla son sözleri yankılanıyordu. "Oynadım. İnce ince her detayını işleyerek oynadım seninle."
•
Ecel terleri dökerek uyandığımda karnıma giren sancılara lanetler okudum. Saçlarım terden birbirine girmiş, nefesim kesilmişti. Bu nasıl bir kabustu böyle? Ben gerçekten korkuyordum. Yeni barışmıştık ve onu tekrar kaybetmekten korkuyordum.
Yatakta doğrularak kendime bir bardak su doldurdum. Bu duygu, bu hisler beni gerçekten mahvetmişti.
Başımı tekrar yastığa koyduğumda yanı başımda uyuyan altın saçlı çocuğa baktım. Ben ne ara ona bu kadar bağlanmıştım? Ne ara hem düşlerime hemde bedenime kadar beni ele geçirir olmuştu?
Sağ elimle alnına düşen sarı saç tutamlarını düzelttim. Dudakları tek çizgi haline gelmiş, mavi okyanusları kapalıydı. O gerçekten kusursuzdu. Burnumu boynuna yaklaştırıp gülümsedim. Nane gibi kokuyordu. Eşsiz.
Gözlerini bir anda açtığında şaşkınlıkla dudaklarımı araladım.
"Numaracı!"
