twenty two
•
yoongi
Mutsuz olduğum ya da karamsarlığa kapıldığım anlarda bulut kümelerinden akan yaşlara bakmaktan zevk alıyordum. Sanki içim dışıma çıkmış gibi, ruhuma akıttığım gözyaşlarım yağmur damlaları olarak gökyüzünden iniyormuş gibi hissediyordum. Toprağın ferahlatıcı kokusu ciğerlerimden içeriye girerken kulaklarım damla seslerine inat kulaklığımda çalan yavaş parçayı dinliyordu. Algılarım açıktı. Buna rağmen beynim düşünmem gereken şeyleri geriye itiyordu. Tuhaf bir andı.
Bazen bu tuhaf anları bile özlüyordum.
Korkuluklara yaslanmış Jimin'le kaldığımız evin balkonunda yağmurun yağışını izliyordum. Evden bir saat önce kadar çıkmıştı ve hâla geri gelmemişti. Bu aklımın bir köşesinde onu merak etmeme neden olsa da Jungkook'un nerede olduğunu bilmediğim için içimde ağır basan taraf oydu. Sürekli fikirleri değişen, bir dediği diğerine uymayan bir ergenle birlikteydim ve onu seviyordum. İlk başlarda her ne kadar soğuk davranmış olsam bile bana o gece parıldayan yıldızını anlatırken gözlerinde gördüğüm heyecan bana da bulaşmış gibiydi. Kendimi anlam veremediğim bir şekilde ona çekilirken bulmuştum. İşlerimi daha çabuk halletmeye çalışmış, onu tekrar görmenin umuduyla yatıp kalkmıştım.
Tuhaftı.
Birine duyulan sevgi ve onu merak ettiğin zaman aklından geçenler... Gerçekten tuhaftı ve nasıl ifade edeceğimi kestiremiyordum. Sabah yanımda uyanmış olmasa bile ne zaman uyandığını, kahvaltı edip etmediğini, planlarını, iyi olup olmadığını sanki bir sarmaşık gibi birbirini takip eden uzun dolambaçları merak ediyordum.
Yeniydi.
Duygularımı bir bakıma yeni yeni açıyordum. Onun kadar ben de toydum. Daha önce kimseyi merak edecek kadar umursamamıştım, sevmemiştim. İçimde barınan bir yanım bu hallerimden nefret etse bile onun önüne geçen bir başka kimliğim doğru olanın bu olduğunu söylüyordu. Onu dinlemek daha kolaydı. Kabullenmek kolaydı. İnkar etmek ise düşüncelerinin intihar ipine dizilmesine ve çıkmaz sokaklarda dolanmaktan başka bir şeye benzemiyordu.
Ona olan duygularımı ilk defa otobüsle şehre dönerken kabullenmiştim. Elde etmek için elimden geleni yapacağımı söylemiştim ve yapmıştım da. Yıldızının ben olmadığımı bilerek kabul etmişti beni güneşten solmuş kapısından içeriye alırken. Şimdi ise o kapıdan içeri girip girmediğimi kestiremiyordum çünkü, karanlıktı. Jeon Jungkook karanlıktı ve belki de bu yüzden kendisine parıldayan bir yıldız arıyordu.
Kalbinin odacığını aydınlatabilmek için.
Çalan telefonumu cevaplarken cebimden sigara paketimi çıkarıp dudaklarıma bir dal koydum. Zehirli duman ciğerlerimi doldurduğu an telefon ahizesinden en yakın arkadaşımın sesi duyuldu. "Yoongi, sana bir şey söylemem gerek ama bana kızmamalısın."
Gözlerimi devirdim. Kızacağım bir şey yapmıştı ve bu sorun değildi. Şu an en çok kızdığım insan kendimken başka birisine kızmak haksızlık olurdu. "Söyle."
"Pekâlâ bildiğin gibi çalıştığım yere uğrayan bir kadın var ve onunla uzun zamandır göz göze geliyoruz." Sustu. Peşinden ne geleceğini kestiremiyordum fakat devam etmesini belirtir bir şekilde mırıldanmakla yetindim. Kendisini ne zaman hazır hissederse o zaman konuşmalıydı. "Kadının sevgilisi varmış ve önceki gün birbirimizin telefon numaralarını almıştık."
"Konuşuyor musunuz?" Nefesini dışarı üfledi. "Evet. Bilmiyorum o çok flörtüz ve ben ona cevap vermeden kendimi alıkoyamıyorum."
"Bir sevgilisi olduğunun farkındasın değil mi? Geri bas oğlum bu bölge yasak işte." Yükselen sesi kulaklarımı doldurdu. "Biliyorum, biliyorum. Yasak ama o yasak elmayı ısırmak o kadar güzel bir duygu ki kendimi geri çekemiyorum. Cennetten her an atılabilirim Yoongi. Yardım et bana. Cehennem için fazla ateşliyim? Hm?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
galaxy
Fanfic[tamamlandı] Jeon Jungkook her gün bir bardak çay alır ve galaksiyi birlikte keşfedebileceği birini beklerdi. s | 18'