0.1

1.4K 161 92
                                    

o n e

Kış mevsimine adım attığımızda benim için işler iyi gitmiyordu. Dersler yoğunlaşmıştı ve gece vakti yokuşu çıkmam gittikçe zor oluyordu. Her taraf buz tuttuğu ve tepeye doğru adımladığım için rüzgar etkisini arttırdığında kendimi popo üstü yerde bulmam bir oluyordu.

Ellerim siyah kabarık montumun cebinde okul yolunda ilerliyordum ve aptal arkadaşımın kafası uzaktan görünmeye başlamıştı. Ellerini iki yana sallayarak yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Ona yaklaştıkça ellerinin ve burnunun ucunun soğuktan kızardığını fark ettim. Şapkası veya atkısı yoktu. İncecik ceketiyle bu havada dışarı çıkmıştı. Kendini hiç düşünmüyordu, aptaldı işte. "Jeon Jungkook" dedi sırıtmasını bozmadan "Bugün ters tarafından kalkmış gibi görünüyorsun."

Ona bunun sebebini söylemek yerine göz devirdim. Yugyeom'un sırf bir tepeye çıkamadığım için benimle dalga geçmesindense okulun önünde rezil olmayı tercih ederdim. Tanrı sesimi mi duymuştu bilmiyorum ama ayağımın kaymasıyla Yugyeom'un beni kollarımdan tutması bir oldu. "Kurabiyem ilk fırsatta kendini kollarıma atmaya çalıştığının farkındayım fakat okul içerisinde olmaz." dediğinde göz devirmekle yetindim. Ona laf atmakla uğraşmak filin fareden korkması kadar saçmaydı.

Kim Yugyeom ile altımız aynı anda bağlanmaya başladığından beri en yakın arkadaşlardık. Onun aptal tavırlarına çoktan alışmıştım ve o da benim insanların tabirine göre 'soğuk' yapımı kabullenmişti. Bana sürekli 'Zıt kutuplar birbirini çeker fındıklı kurabiyem, aynı sen ve ben gibi' deyip duruyordu. Bunu bana ilk söylediğinde beş yaşındaydı ve onu ciddiye almamıştım. Şimdiyse sadece omuz silkiyordum. Haklı olduğunu düşünüyordum çünkü, bana tahammül edebilen insan sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyordu. "Pekâlâ, dikkatler bende mi?"

Yugyeom sırasına otururken montumu astım ve yanına geçtim. Ona doğru döndüğümde gülümsemeye devam etti. "Unutmadan söylemem gerekiyor yoksa son dakika da haber verdiğim için beni dövebilirsin."

Birde bu vardı. Yugyeom ve unutkanlık sorunları. İlaç kullansada unutkanlık sorunlarını bir türlü aşamıyordu ve ben bunu tamamen ilgisizliğine bağlıyordum. Yugyeom sevmediği şeylere karşı huysuz bir çocuktan daha beter olabiliyordu. Aklında sadece oyun apklarını tutması ise cabasıydı. Her türlü hileyi ezberden yazabilirken kendi doğum gününü bile unutabilen bir çocuktu. "Bu akşam, ağabeyim ve arkadaşlarının çok sevdikleri biri Seul'e geliyormuş. Hoseok hyungun evinde parti düzenlemeyi düşünüyorlar. Ağabeyim bizim de gelmemizi istedi. Ne dersin?"

Düşündüm. Kim Taehyung, Yugyeom'un ağabeyiydi ve gün içerisinde enerjisinin yüzde doksan sekizini kullanan biriydi. Öte yandan Hoseok hyung ondan daha beterdi. Tamamını kullandığı yetmiyormuş gibi yanında powerbank taşıyor gibi tekrar şarj oluyordu. Yine de Namjoon hyung o evde olacaksa gidebilirdim.

Namjoon hyung sürekli gezen biriydi. Yurt içi veya yurt dışı ona fark etmiyordu. Gökyüzüne ve galaksilere olan ilgimi bildiği için bana her gittiği yerden fotoğraflar bastırıyor, hediye ediyordu. Onunla sohbet etmek de bana zevk veriyordu. Bilmediğim yeni şeyler öğreniyordum. Bu yüzden Yugyeom'a kafamı salladım ve teklifini kabul ettim.

Yugyeom ile çıkışta internet kafeye geçmiştik ve bilgisayar oyunu oynadıktan sonra eve geçmiştim. Annem mutfakta yemek hazırlıyordu. Ertesi gün kısa süreliğine babamla yolculuğa çıkacaklardı. Babam iş yerinden izin almıştı ve bu kısa süreli kış tatilinin onlara iyi geleceğinden emindim. İkisi de çok yorgun görünüyorlardı ve bunu hak etmişlerdi. "Kurabiyem" diye seslendiğinde kafamı odamın kapısından çıkardım ve anneme baktım. Kollarını iki yana açmış gülerek bana bakıyordu. Annem çok güzel bir kadındı. Koyu kahverengi saçları ve parlak gülümsemesinin yanı sıra sıcak kanlı bir kadındı ve onu seviyordum. Babamın otoriterliğini yıkabilen tek kişi olması da cabasıydı.

"Biz yokken yiyeceğin yemekleri hazırladım. Bozulmaması için buzluğa yerleştirdim. Sabah gitmeden önce buzluktan çıkartıp, buzdolabının içerisine koyarsın. Ardından eve geldiğinde ısıtıp ye. Her gün dışarıdan söylemeni istemiyorum." dediğinde kafamı olumlu manada salladım. Küçücük bedeni kollarımın arasında kaybolmuştu ve bu görüntü beni mutlu ediyordu. "Beni merak etme, kendime bakabilirim." dedim. Göz pınarları minik yaşlarla doldu "Küçük kurabiyem çok büyüdü." diyerek bana daha sıkı sarıldı. İçeriden telefonumun çalma sesi duyulduğunda ayrıldık ve gülümseyerek odama geçtim. Gülümsemem arayan kişiyi görmemle soldu. "Ne var Yugyeom?"

Arkadan silah sesi geliyordu ve muhtemelen beni bilgisayar oyunu oynarken aramıştı. "Abimler partiyi yarına almışlar haber vereyim dedim fındıklı kurabiyem. Kötü mü yaptım?"

Gözlerimi devirdim. Yersiz şakalarından biri gelmek üzereydi. "Tabi sen Hoseok hyung ile tek başına vakit geçirmek istersen numaraya başvurup evine gidebilirsin." Ardından söylediği şeyleri komik bularak güldü. Arkadan gelen sesle en yakın yastığa kafamı vurdum. "Jungkook, Hoseok hyung ile mi ilgileniyor?"

Benden haz etmeyen insanlar listesi oluştursaydım başı Kim Taehyung çekerdi. Küçüklüğümüzden beri anlaşamazdık. Hoş, buna anlaşamazdık denemezdi. Tek taraflı bir şeydi. Beni hiçbir zaman ne dostu ne de kardeşi yerine koyardı. Sanki ben yokmuşum gibi davranıyordu ve ben de zamanla davranışlarına alışmıştım. Gerekmedikçe diyalog kurmuyorduk. "Hyung senin burada ne işin var?"

Telefon hoparlörde olduğu için ikisinin de sesi net bir şekilde algılanabiliyordu. "Burası benim odam?" Yugyeom ağzını şapırdattı ve onu onayladı. "Yine de konuşmalarımızı dinlememelisin. Kurabiyem utanabilir."

"Yugyeom ağzını topla, Hoseok hyungdan falan hoşlanmıyorum ben." En sonunda kızgın sesimle araya girdiğimde tekrar güldü. Bu çocuk gerçekten hiç akıllanmıyordu. "Bak utandırdın işte çocuğu hyung."

"Jungkook, Hoseok'tan hoşlanıyorsan bana söyleyebilirdin, ben aranızı yapabilirim." Gözlerimi devirdim. "Kapatıyorum!" dedim neredeyse bağırarak. Kim kardeşler beni gerçekten sinir etmeye proglamlanmış gibi davranıyorlardı.

Saat on ikiye gelmek üzereyken çalışma masamdan kalkma zamanım gelmişti. Üzerime montumu geçirdim, eldivenlerimi taktım ve kaynattığım bitki çayını termosa aktardıktan sonra botlarımı giyinip dışarı çıktım. Kafamda siyah bir bere vardı, kulaklarımı soğuktan kurtarmıştım fakat atkımı yatağımın üzerinde unuttuğum için boynum biraz üşüyordu. Yine de buzlanmadan dolayı zar zor çıktığım yokuşu adımlamaya devam ettim. Bu gecenin sonunda da yolun yarısından dönüp gitmek istemiyordum. En sonunda tepeye ulaştığımda kolumdaki saat bire yaklaşmıştı. Uzun bir tepe sayılmasa da yavaş çıkarak tüm önlemlerimi almıştım. Kayalıkları gördüğümde yüzümdeki gülümseme genişledi ve adım atmamla kaybolması bir oldu.

Uçurumun kenarında birisi vardı.

Bacaklarını kollarıyla sarmıştı ve parmakları arasındaki gri duman havaya karışıyordu. İnce bir bedeni vardı ve bulunduğumuz yerin rüzgarına karşı siyah bir deri ceket giyinmişti. Üşümüyor muydu? Altındaki kırmızı gömleği seçebiliyordum ve ay ışığı altında arka profili çok güzel görünüyordu. Kalbimin, eskisi kadar yavaş atmadığını fark ettim.

Benim için mi gelmişti? Sonunda beklediğim kişi olabilir miydi?

Bu düşüncenin kalbimi ısıttığını hissettim. Onu hemen benimsemek bir yandan korkutucuydu fakat yanlış hissettirmiyordu. Uzun zamandır bekliyordum. Galaksimi paylaşabileceğim, sesimi duyurabileceğim kişiydi o.

Benim için parlamaya gelmişti.

merhaba~ ilk bölümü beğendiyseniz biri, beğenmediyseniz ikiyi tuşlayın. sonraki bölüm de görüşürüz ily💘

galaxy Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin