''Ve Rahmân'ın (halis) kulları onlardır ki, yeryüzünde mütevaziyâne bir halde yürürler ve cahiller onlara hitab ettikleri vakit, «Selâmetle,» derler.''
Furkân Suresi, 25/63
______________ _ _ _
Bayramınız mübarek olsun! Sizlere bayram hediyesi verme adına yazmaya çabalamadan edemedim. Benim için bu bölüm bayram şekeri tadında oldu, umarım sizler için de öyle olur. Hayırlı bayramlar... ^^
-------------------
On yaşındaki Sena, Tekin ailesiyle birlikte geldikleri piknik alanında, oturduğu yerden on iki yaşındaki Semih abisi ve ablasının ağız kavgalarını izliyordu. Sema, sabahtan beri Ömer abinin gelip gelmeyeceğini sormuş, etrafa neşe saçan Semih'i bıktırmıştı. Ömer, on yedisindeydi, üniversite sınavına her şeyden çok önem veriyordu. Hayali doktor olmaktı ve çocukluğundan bu yana da hep yalnız başına ders çalışan biri olmuştu. Öyle komşu çocuklarıyla bir araya gelmezdi. Sokakta bile oyun oynadığı görülmemişti. Ama kardeşleriyle arası çok iyiydi. Bir tek onlarla vakit geçirirdi.
Sena, balıksırtı örülmüş saçlı başını kilimin biraz ötesindeki büyük ağaca çevirdi. Dibinde örtü vardı, onun üzerinde de bir yaşındaki Esma ve Davut vardı. İkisiyle de kendi isteğiyle ilgilenen on bir yaşındaki kıvırcık saçlı Erdem, sanki izlenildiğini hissetmişcesine başını kaldırıp o tarafa baktı.
İki çocuk göz göze geldi, kız yutkundu. Bu sene okulda Erdem hep onun yüzünden kavga etmeye başlamıştı. Kim görüntüsü yüzünden kıza takılsa, Erdem hemen onu dövüyordu. Sena yüzünden kaç defa azar işitmişti. Erdem'in annesi sert biriydi. Aslında dışarı çıkma yasağı da vardı ama piknik söz konusu olduğundan, bugünlük oğluna tolerans göstermişti.
''Niye baktın? Kardeşini mi istiyorsun?''
Sena, hızla başını iki yana salladı. Oğlan, bebeklerle ilgilenmeye geri döndüğünden yaptığı hareketi görmedi. Tombul çocuğun yanaklarındaki lekeyi silerken, hâlâ gelmemiş olan Sena'ya seslendi.
''Neyi bekliyorsun? Gelsene.''
''G-Geliyorum.''
Hızla ayağa kalktı. Kadife pantolonunun üzerindeki tozları silkeledi. Annesi ve Emine teyzenin bulunduğu yere kısa bakış attı. İki komşu kadın, beraber yemek hazırlığı yapıyordu. Erkekler, ailelerini bırakıp geri gitmişlerdi. Bulundukları yerde nasiplerine onlardan başka kimse yoktu.
Oğlanın yanına adımlamaya başladı. Yeni aldığı pembe renkli ayakkabıya bakarken gülümsemeden edemedi. Onun da güzel bir şeyi olmuştu. Kendi isteğiyle pembe rengi seçtiğinde şaşırmışlardı. Hep koyu renk seviyor sanıyorlardı. Aslında tam tersi, Sena açık renklere bayılıyordu.
Kendince cıvıl cıvıl giyinerek, yüzünün çirkinliğini unutuyordu. Yanlarına vardığı bebeklere üstünkörü bakarak eğildi. Kucaklayıp kaldırdığında, yanından kahkaha duyuldu. Kollarında bebeği sabitledi, kafasını Erdem'e çevirdi.
Öyle güzel gülüyordu ki...
Yutkundu. Onunla alay eder gibi bakan gözlere sahte kızgınlıkla seslendi.
''Şimdi ne var da gülüyorsun?''
''Şapşal! Yanlış bebeği aldın! O benim kardeşim, seninki aşağıda! Şapşal seni!''
Sena, şaşkınlıkla bir kucağındaki bebeğe, bir de örtünün üzerindeki kız kardeşine baktı. Utançla kıpkırmızı oldu. Resmen rezil olmuştu! Kim kardeşini karıştırırdı ki?!