''O korkunç ses! O ne dehşetli ses! O korku salan sesin ne olduğunu bilir misin? O gün insanlar sağa sola dağılmış kelebekler gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yüne dönüşür. Kimin tartılan amelleri ağır gelirse, işte o mutlu bir hayat içinde olur. Amelleri hafif olana gelince, onu kucaklayacak olan hâviyedir. O nedir, bilir misin? Yakıp kavuran bir ateş!''
Kâria Suresi
______________ _ _ _
Ekim ayının ikinci haftasıydı. Sena, ablasının evine sabah dokuzda misafirliğe gelmişti. Tüm günü doyasıya beraber geçirme niyetinde olduğundan erkenden varmıştı.
Evin her yeri çeşitli çiçeklerle doluydu. Normalde terasta olması gereken bitkiler, soğuktan etkilenmesin diye içeri alınmıştı. Kimisi geniş yapraklı, kimisi küçük çiçekli, kimisi dikenli, kimisi delikli, kimisi lekeli, kimisi ise küçük ağaç şeklindeydi, hemen hemen her boyutta vardı. Görüntü olarak öyle iç açıcıydı ki...
Sena, geniş salonda barınan huzuru seviyordu. İnsan ya da hayvan suretinde hiçbir şey yoktu. Çeşitli süs eşyaları, odadaki yumuşak renklerin birbirleriyle uyumu, duvardaki portreler ve asılı küçük kitaplıklar, pastel renk yastıklar ve dikkat çeken saksılar...
Sena'nın evine nazaran aşırı fazla eşya vardı ama göze öyle kalabalık ya da boğucu gelmiyordu. İnsanı mutlu eden görüntüdeydi. Gerçi tüm bunlar olmasaydı bile, ablasının bulunduğu her yer ona huzur verirdi. Ablası onun canıydı.
Aldığı müjdeli haberin etkisini hâlâ üzerinden atamayan Sema, salondaki yumuşak ve küçük boylu koltuğun üzerinde ayaklarını yere sarkıtmış halde oturuyordu. Sena da dibindeki zemindeydi. Üşütmesin diye renkli yer minderinin üzerindeydi.
Yanlarındaki yuvarlak sehpanın üstünde, büyük bardakta sıcak süt ve çiçekli fincanda kahve vardı. Çeşitli meyve kuruları da hazırdı. Normalde bu saatlerde abla-kardeş kahve keyfi yapardı. Hamile müjdesinden dolayı Sena'ya yalnızca süt hazırlamıştı. Karınları toktu. İkisi de erkenden kahvaltı etmişti.
Sema, düzenli beslenmeye çok dikkat ederdi. Kahve tüketmeyi de günde 1-2 fincana indirmişti. Mutfağı çeşitli bitki kurularıyla doluydu. Kimden, 'Şunu kullandı, hamile kaldı,' diye duyduysa, eşine danışıp onu tüketiyordu. İki hafta içtiyse yedi gün ara veriyor, kimyasal ilaç kullanması gerektiğinde de, bitki çayını asla içmiyordu.
Sema, kardeşinin başının üst yanından aldığı üç ayrı ince tutamı birbirlerine geçirdi, saçı ikili balık sırtı örerken mızırdandı.
''İlk trimester bitti ve sen bana yeni söylüyorsun.''
Misafir, kafasını çevirip ev sahibine bakmaya çalıştı. Sema, tepesini nazikçe tutarak onu durdurdu.
''Yani, gebeliğin ilk üç ayını bitirdin ve bana yeni diyorsun. Ablanım ben senin ya.''
''Ablamsın tabii. En sevdiğimsin. Güzeller güzeli büyüğümsün sen benim.''
Sema, dudaklarını büzüştürdü. Söylenenlere çok mutlu oldu ama içindeki sıkıntı dağılmadı. Hangi haklı sebeple haber vermediğini tahmin ediyordu ve gerçekten anlıyordu. Yine de, içinde huzursuz bir ses, sen hamile kalamıyorsun diye sana söyleyemedi, diyerek onun yüreğini incitiyordu.
Eğer kardeşi biraz olsun bundan dolayı ona söyleyemediyse, bu yükü nasıl kaldırırdı bilemedi. Kalbi kırılırdı ve Sena'yla arasının kötü olmasını hiç ama hiç istemezdi. Bebeği olmasından çok, kız kardeşiyle küs olmamayı isterdi. O, bu dünyadaki yegane fani desteğiydi.