Bölüm ismimiz gibi yeniden doğalım...
•Ailemizi birlikte büyütelim!
Keyifli okumalar...
———
Camdan akıp geçen manzarayı ıslatan yağmura karışmak istedim. Bir su damlası olup hiçbir şey için uğraşmamak, hiçbir şey için üzülmemek, hiç pişman olmamak ve yaşarken ölmemek... Hatasız olmak istedim. Buharlaşıp yok olmak istedim. Yok ettiğim umudum gibi ateşle kaybolmak istedim.
Telefonumdan saate bakarken takvim takıldı gözüme. 19 Ekim 2019... On gün sonra, tam olarak on ay olacaktı. On aydır zehir olmuştu her şey bana. Yaz gecelerimde bile sağanak yağış vardı. Son bahar gelmiş ve kışa gebe kalmıştı. Bir cihanın bana karşı olan haykırışı gökteydi. On ay öncesine kadar çok severdim oysa. Ve şimdiyse duyulan her gök gürültüsü vicdanıma batan kemiklerimin kırılma sesleriydi adeta.
Fazlaca kilo vermiştim. Annem, teyzem ve arada sırada ziyarete gelen halam, halimden fazlasıyla korkar olmuştu. Tek ilacımı ellerimle yaktığımı bilmeden, beni peşlerinden doktordan doktora sürüklemişlerdi.
Üniversite için şehire yeniden gelmiştim, fakat fakülteye gitmiyordum. Her zaman beni arayan Özge bir kez olsun aramamıştı. Dolunay'ı tamamlanamayan Oğuzhan'ı görmeye cesaretim bile yoktu. Hepsinden daha da felaketi... Evde durmaya cesaretim yoktu. Sabahın ilk ışıklarında evden çıkar bir daha hava kararınca dönerdim. Sadece uyku ihtiyacımı karşılayan ev, bir nevi mezarım gibiydi. Koridordan geçemiyordum bile...
"Müsait bir yerde!" diye sesimi duyurdum sokağın sapak yolunu gördüğümde. Bir yere gitmiyor dahi olsam, sadece düşünmek ve dinlenmek için toplu taşıma araçlarını kullanıyordum. Garip bir şekilde biraz olsun uzaklaştırıyordu beni kendimden.
İndiğimde bir süre durup elimdeki şemsiyeye götürdüm gözlerimi. "Açılmayacaksın..." dedim beni duyduğunu varsayarak. "Bu kez, tek ıslanan iç dünyam olmasın."
Yavaş adımlarım gittikçe o eve taşıyordu beni. Yaklaştıkça nefesim ödünç gibi doluyordu ciğerlerime. Gözlerimin önüne gelen o kayıt sahneleri bir kabusa merhaba derken, alabildiğim o kısık nefeslerim de bir süre sonra kesildi. Elimi cebime götürüp bir köşede biriken gümüş zinciri kavradım. "Özür dilerim," dedim sessizce. Yağan yağmurun aksine tuzlu olan sıcak sular ıslattı yanaklarımı. Yüz tuvalimdeki yaş fırçaları bu kez kan rengine adaydı. Onların izinden giden irislerim asıl renklerinden uzaklaşıp dünyam gibi kana bulanma yolundaydı.
"Sana diyoruz güzelim baksana!"
Aniden yükselen sesle düşüncelerimden arınıp olduğum yerde kaldım. Arkamı yavaşça dönerken iki kişinin yaklaştığını fark ettiğimde, omzuma astığım çantamdan medet umarcasına askısını sıktım. Üzerlerinde yağan yağmurun bile geçiremediği toz vardı. Saçları alınlarına yatmış ve gözleri neredeyse kapanmıştı. Hiçbir şey dahi söyleyemeden gelişlerini bekledim. Kaçıp gitmem gerekiyordu, ama bunu yapmak istemiyordum.
"Paran var mı?" dedi içlerinden bir tanesi.
"Yok," diyerek geçiştirdim. Arkamı dönüp adımlayacağım sırada kolumu kavrayan el, beni durdurdu.
"Yeme bizi, paranın olduğu her halinle ortada."
"Bizi yorma da biraz ateşle, sen de yoluna biz de. Hadi." Harekete geçip yolumun üstüne geçtiğine beni tutanla aralarında kaldım.
"Yok dedim size, defolun." Kolumu hızla çekip yüzüne çemkirircesine konuştum. Bir süre şaşkınca baktıktan sonra arkadaşına döndü. Dikkatinin dağılışını fırsat bilip, koşmayşımı ele alarak kendime hakaret ederken hızla çekildim aralarından. Adımlarım hızlanıp koşmaya dönerken arkamdan duyulan bağırış sesleriyle daha da hızlandım. Normalde insanların eksik olmadığı sokakta bu kez bir hayvan dahi yoktu. Sanki her şey bu olayın yaşanması için izne ayrılmıştı. Evlerin pencerelerindeki perdeler bile çekilmiş, sokakta bu iki kişiyle beraber tamamen yalnız bırakmışlardı beni.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EBYAZ
FantasyYİN YANG SERİSİ | II Bir yok oluş. Bir yeniden doğuş. Yapılan hatalarla süregelen bir uyanış. "Hayatımı şekillendiren meleği bir vesvese çakmağında yaktım. Bana dünyamı geri vereni, gözümü kırpmadan öldürdüm. Emanetiydim, emanetini ateşe verdim. Um...