"Hazan," Kısık tonda anılan adımı duyup gözlerimi araladığımda karşımda yüzüne en aşina olduğum kişi vardı.
Han.
"Uzun süredir uyuyorsun. Eşyalarını getirdim, kapıda da ekip arkadaşlarımız bekliyor. İlaçlarını ve rahat edeceğin kıyafetlerini verecekler." Uyku mahmurluğuyla kaşlarım çatıldı.
"Ha?" dudaklarımın arasından çıkan tek heceyle genişçe gülümsediğinde sol elini sağ elime sarmış ve diğer eliyle de omzumu destekleyerek doğrulmamı sağlamıştı. Sonrasında sabırla cümlelerini tekrar ettiğinde onaylayan birkaç mırıltı çıkarmıştım.
Yatmaktan kuş yuvasına dönmüş saçlarımı sağlam olan elimle hafifçe düzeltmeye çabaladığımda Han, saçlarımı geriye yatırmış ve önüme bir civcivin yiyebileceği kadar yemekle dolu tepsiyi bırakmıştı.
İtiraz etmek için aralanan dudaklarımı hızla kapadığımda karşımda naz yapabileceğim bir annem veya babamın olmadığının bilinciyle buruşan suratımı tepsiye eğerek ağır ağır hepsini yemiştim. Yemeğimin bitmesini sabırla bekleyen Han ise kapıya dönüp bir kıza seslenmişti.
Uzun boylu kız odaya girer girmez Han'a başıyla selam vermiş ve eline içi ilaçlarla dolu küçük bir metal tabak bırakmıştı. İlaçları alan Han, tabağı kucağıma bırakıp arkasındaki sürahiden bardağa su doldurdu. Tabağın içerisindeki hapların hepsini tekte ağzıma doluşturduğumda ağzımda 4-5 tane hap vardı. Han, elindeki suyu uzatıp içmeme yardımcı olduktan sonra telefonumu vermişti. "Ailenle konuşmalısın." telefonumu aldığımda ilk olarak mesajlara girdim. Mirza'ya ve Dicle'ye içeriği aynı olan mesajlar atılmıştı. Dicle sadece görüldü atmışken Mirza birçok soru sormuştu. Cevap olarak da onu daha sonra arayıp her şeyi anlatacağımı yazan bir cümle yazılmıştı.
Mirza'yı aramak üzere telefonu hoparlöre aldığımda neredeyse ilk çalışta açılmıştı. "Hazan!"
Sesimi iyi tutmaya çalışıp cevap verdim. "Mirza," o ise bana şans tanımadan konuşmaya devam etti. "Hazan neden sessiz sedasız ortadan kayboluyorsun be abicim, öldüm dirildim burada." cümlesi suratımı asmama neden olmuştu. "Çok haklısın, haber vermem gerekirdi ama her şey kontrolüm dışında gelişti. Duruşmaya yetişebilmek için apar topar yola çıktım. Konu babam olunca aklım durdu." öfkeyle dudaklarımı ısırdım, yalan söylemekten nefret ediyordum. "Sen iyi ol da gerisi önemli değil." acıyla gülümsedim, bana çok önem veriyordu.
"Seni seviyorum Mirza," hiç beklemeden karşılık verdi. "Ben de seni seviyorum."
İşin sevimli kısmını geçtiğimizde asıl sorunla yüz yüze geldim. Telaşla "Mirza, annem..." dediğimde o gayet sakindi. "Sabah sizin eve uğrayıp Dicle'nin gazını aldım. Ana kraliçeye de kahvaltısını hazırlayıp ilaçlarını verdim, sonra geçtim hastaneye." ciddi anlamda gözlerim dolmuştu. Titrek bir nefesi zorlanarak ciğerlerime çektiğimde devam etti. "Sen dert etme, ikisi de gözetimim altında. Ayrıca teyzen geliyormuş bugün. Anlayacağın, senin boşluğunu doldurmaya çalışıyoruz Avukat Hanım, siz işinize bakın." hitap şekliyle babama benzeyince dolan gözlerimdeki yaşlar bir bir inmeye başlamıştı.
"Mirza, ne diyebilirim ki... Çok teşekkür ederim," konuşma Mirza'nın sevmediği kısma geldiğinde hasta geldiğini bahane ederek telefonu kapatmıştı.
Gözlerimdeki yaşları temizleyip kafamı kaldırdığımda Han'ın yoğun bakışlarına denk geldim. Cebinden çıkardığı mendili uzattı. "Üstünü değiştirdikten sonra uyumaya devam et, tam anlamıyla iyileşene kadar iyice dinlenmeni istiyorum. Lütfen çekinme." dedikten sonra bir an duraksadı. Kafasını önüne eğip gülüşünü bastırmaya çalıştığı belli bir suratla mırıldandı, "Gerçi kime diyorum, ne çekinmesi?"