chapter 2

1.7K 248 25
                                    


"Bii- bip"

Doyoung mesai kartını okuyucudan uzaklaştırıp cebine koydu. Ellerini ceketinin ceplerine koydu ve bir günü daha bitirmiş olmanın yorgunluğuyla derin bir iç çekip iş yerinden çıktı. Sonbaharın ortasında oldukları için hava çoktan kararmıştı.

Yine de yoldan geçen arabaların farları ve etraftaki evlerin ışıkları sokakları aydınlatmaya yetiyordu. Kısık bir uğultu eşliğinde esen rüzgarla ürperirken giydiği ince yün kazağın boğazını çenesine doğru çekti. Belki normal insanlar için kazakları indirmek için daha erkendi ama Doyoung minik bir rüzgardan bile onu on gün boyunca yatağa bağlayacak hastalıklar kapabilecek kadar zayıf bir bünyeye sahipti.

Belki de eve gitmek için otobüs kullanmaya başlamalıyım, diye geçirdi içinden eve yürüyerek giden Doyoung. Ne kadar zayıf bir bünyesi olsa da Doyoung yürümeyi seviyordu. Üstelik yaşadığı şehir kadar estetik bir şehirde yürümek ayrı bir zevkti.

Evlerin, gökdelenlerin ve arabaların ışıkları altında bir elmas gibi pırıl pırıl parlayan sokaklar Doyoung'un her zaman nefesini keserdi.

Evet, Doyoung  bir güvenlik şirketinin hesap işlerini denetleyen biri için fazla edebiydi.

O da nasıl bu işe girdiğini bilmiyordu. Aslında başından beri, yani küçüklüğünden beri istediği şey yazar olmaktı. İnsanların göremediği basit güzellikleri yazmak, herkesin onu bir idol olarak görmesini istiyordu, hatta bunun için çalışıyor ve her saniyesini kitap okuyarak geçiriyordu.

Ama sonuç ne oldu?

Kitaplardan adım atılacak yer kalmayan tek odalı bir evde yaşayan bir muhasebeci.

Doyoung şikayetçi değildi. Güzel bir işi, düzenli bir maaşı ve yaşayabileceği bir evi vardı. Aslında mutlu bile sayılırdı. Yazarlık onun için çocukluğunda bıraktığı oyuncaklar gibiydi, yüzde tatlı bir gülümseme bırakan ama unutulan şeyler gibi...

Peki nasıl muhasebeci olmuştu? Elbette aile baskısıyla. Anne ve babası yazarların fakirlikten öldüğünü Doyoung'un kafasına vura vura inandırmıştı. Tatlı bir dille gerçek bir işi olduktan sonra yazar olabileceğini söylemişlerdi ona. O sırada üniversite seçimini yapmaya çalışan on sekiz yaşındaki Doyoung da onlara inanmış ve ekonomi okumuştu. Ama bir daha asla eskisi gibi olmamıştı.

Üniversite yıllarının  yoğunluğunda Doyoung ne okuyacak ne yazacak zaman bulmuş ve mezun olduktan sonra babasının yardımıyla hemen bu işe girmişti. Bütün bankaların, alışveriş merkezlerinin, müzelerin güvenliğini sağlayan bu kocaman şirkete. Şirketin bu kadar gelişmiş olması bir yığın eve kalan iş demekti ve eve kalan iş de zaman kıtlığı demekti.

Doyoung nereden bu konulara girdiğini düşünürken gözü yoldaki parlak sıvı birikintisine takıldı. Sıvı ışık altındaki su gibi değil de daha farklı bir şey gibi parlıyordu. Yolun ortasındaki oyukta toplanan sıvı, yana kıvrılan ara sokaktan akıyordu. Doyoung sıvı birikintisinin üstünden kocaman bir adım atıp biraz ilerledi.

Sonra durdu. Geri döndü.

Sıvının kaynağını takip edip diğer sokaklara göre daha karanlık olan ara sokağa girdiğindeyse kalbi yerinden çıkacak gibi oldu.

O sıvı dediği şey kandı ve önündeki baygın adamdan akıyordu.

Doyoung panikle etrafına bakındı. Yardım edecek birilerini aradı ama şansına kimse görünmüyordu ortalıkta. Sonunda bütün cesaretini toplayıp eğildi ve iki parmağını adamın başını yana eğmekten gerilmiş boynuna koydu. İşaret parmağının ucunda çok zayıf bir ritim hissedince rahatlayarak geri çekildi.

trauma + dojaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin