chapter 3

1.4K 223 46
                                        



   Deprem falan oluyor olmalıydı çünkü Doyoung'u derin uykusundan uyandıran biyolojik saati değil şiddetli bir sarsılmaydı.

Panikle gözlerini açtığındaysa deprem olmadığına sevinsin mi üzülsün mü bilemedi. Hangisi daha iyiydi, deprem mi yoksa deliye dönmüş bir hırsız mı? Doyoung onu yakasından kavramış hırsızdan kurtulmak için ellerine yapıştı ama hırsızın çelik gibi kenetlenmiş ellerinin onu bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi.  Hırsız onu bir kez daha silkeleyince Doyoung'un midesi kalkar gibi oldu.

"Ne-" diye sorusuna başlamıştı ki hırsız sözünü kesti. "Silahlarım nerede!?"

"Ne silahı?" diye haykırdı Doyoung korkudan deliye dönmüş bir halde. Tekrar hırsızın ellerinden kurtulmaya çalıştı ama boşunaydı. Adam sanki metalden yapılmıştı!

"Bana aptalı oynama! Yoksa sattın mı?"

"Ben silah falan görmedim!" diye inkar etti Doyoung. Hırsızın onu öldüreceğinden korkmaya başlamıştı. Evet, aranan bir suçluyu eve getirip yardım etmenin ölmek gibi hazin bir sonu olabilirdi... Gerçekten! Nasıl bu kadar aptal olabilmişti? Neden onu evine getirmişti ki?

Hepsi onun yüzü yüzündendi. Oldukça yakışıklı bir yüzü vardı. Kahverengi, güzel bir parıltısı olan düz saçları, döküldüğü mermer beyazı pürüzsüz teniyle nefes kesen bir tezat oluşturuyordu. Hafif çekik ve kalın kirpiklerle çevrelenmiş gözlerinin kahvesi göz bebeklerine doğru koyulaşıyor, onların iki derin kuyu gibi görünmelerine neden oluyordu. Burnu sadece yunan tanrılarının heykellerinde görülebilecek türdendi: nazik ama hafif kalkık. Burnunun biraz altındaki dudaklarıysa ince ve solgun bir pembeydi. Yüzü ince ve uzun, kusursuz bir ovaldi. Saçlarının nazikçe dokunduğu boynu ise bir kuğunun boynu kadar nazikti.

Bütün bu özellikler birleşince hırsızın muhteşem göründüğünü kabul etmekten başka bir şey kalmıyordu onu görene. Evet, Doyoung'un ona yardım etme nedeni kendi iyi kişiliğinden öte gördüğü o yüzdü işte. Kim bu kadar güzel bir yüz karşısında onun kötülüğünü isteyebilirdi ki?

Doyoung'un üyük bir hayranlıkla onu tekrar tekrar süzdüğü uzun dakikalardan sonra hırsız gülerek uzaklaştı. Uzun ve ince parmaklı elleri Doyoung'un çoktan gevşemiş ve bir daha asla düzelmeyecek olan tişörtünü bıraktı. Doyoung'un biraz ilerisinde dikilirken ellerini lekelenmiş pantolonunun ceplerine koyup korkutucu kahkahasına devam etti.

Doyoung adamın bıraktığı yerde sinmiş hırsızın bir sonraki adımını korku ve hafif bir merakla beklerken adamın muhteşem fiziği zaten serseme dönmüş Doyoung'u bir kez daha sersemletti.

Hırsız gerçekten bir tanrı kadar yakışıklıydı. Bir erkekten bu kadar etkilenmiş olmak Doyoung'u rahatsız etse de bu konu üzerinde pek duramadı çünkü hırsız konuşmaya karar vermişti.

"Benim kim olduğumu biliyor musun?"

"Aranan bir hırsız?" diye cevapladı Doyoung kısık bir sesle.

Hırsızın, camlardan geçen sabah güneşinin aydınlattığı güzel yüzü birden ciddileşti ve Doyoung'un göremeyeceği kadar çevik hareketlerle ona yaklaşıp sol yumruğunu Doyoung'un yüzüne geçirdi. Doyoung acı ve şaşkınlıkla -ama daha çok acıyla- yere yığıldı.

Eli zonklayan yanağına giderken bir şey söylemek istedi ama yapamadı. Canı çok fena yanıyordu. Hırsız ise Doyoung yerde toparlanmaya çalışırken daha biraz önce öldürücü bir yumruk atmamış gibi büyük bir umursamazlıkla kahverengi saçlarını düzeltiyordu.

Doyoung ona "Ben senin o pis sokakta ölmene göz yummayıp kurtardım ve sen bana yumruk atarak mı teşekkür ediyorsun?!" diye haykırmak istedi ama sonrasında başına gelecekleri hayal edince sessizliği sürdürmenin hem ruhsal hem de bedensel sağlığı için daha güvenli olduğuna  karar verdi.

"Silahları çalındığı için fena sinirlenmiş bir hırsız."

Doyoung hırsızın kendi sorusunu cevapladığını ancak birkaç dakika sonra anlayabildi. Sabah sabah bu kadar aksiyon yaşamaya ne beyni ne de bedeni alışıktı. Hırsız arkasını dönüp kapıya ilerledi, kapıyı açıp çıkmadan önce durdu.

"Eğer silahlarımı inkar ettiğinin aksine sen çalmışsan..." bütün yüzüne şeytani bir gülümseme yayılırken devam etti, "...yapabileceklerimi hayal gücüne bırakıyorum."

Sonra da çıkıp gitti.

Doyoung bir süre yerde yığılı kalıp dün geceden beri olanları sindirmeye çalıştı. Bir hırsızı evine alıp iyileştirdiği yetmezmiş gibi bir de ondan yumruk yemişti, hem de ne için? Çalmadığı silahlar için! Doyoung silah kelimesini duyduğunda bile diken diken olurken nasıl silah çalardı ki!

Hırsızın bunu bilemeyeceğini söyleyen iç sesini gırtlakladıktan sonra yerden kalktı. Yediği yumruk yüzünden beyin sarsıntısı geçiriyor olmalıydı çünkü kendini ne olduğunu anlamadan tekrar yerde buldu. İnleyerek gözlerini tavana dikti. Yanağı hala zonkluyordu. Aslında zonklayan yer sadece yanağı değildi.

Sonra daha hafta sonuna girmediğini fark edip işe geç kalmış olmanın verdiği panikle ayağa fırladı. Saatine baktığında mesaisinin yarısının çoktan bittiğini fark edip "Bir bu eksikti." diye homurdandı.

Uzun bir arayıştan sonra -ki bu sırada hırsızın onu sarsarak uyandırmadan önce evi karıştırmış olduğunu fark etmiş ve bir şeylerin çalınmış olma ihtimali ona bir kez daha "bir bu eksikti" dedirtmişti- telefonunu buldu ve iş yerini aradı.

Muhasebe bölümünün başkanı birkaç çalıştan sonra açtı ve Doyoung'un konuşmasına izin vermeden konuşmaya başladı:

"Lütfedip aradınız! Hiç aramasaydınız da ben sinirlenmeseydim! Nasıl işe gelmemezlik yaparsınız? Hasta olmadığınızı biliyorum! Bir günde işe gelemeyecek kadar hasta olamazsınız! Gerçi siz hastalık konusunda iyi bir donanıma sahip değildiniz de-"

Doyoung daha fazla dinleyemeyecekti, telefonu kulağından uzaklaştırdı.

Şakaklarına biraz masaj yaptıktan sonra tekrar telefonu kulağına yaklaştırdı.

"...yaparsanız şirketimiz ne olur? Sonuçta bu şirket bir takım işinin ürünüdür. Siz de öyle olduğunu düşünmüyor musunuz?"

"Evet, evet efendim" diyerek savuşturdu Doyoung.

"Madem öyle gelmeme mazeretinizi rica edebilir miyim?"

"Teyzem öldü." Bu bir yalan olabilirdi ama gerçeklerden kesinlikle çok daha gerçekçiydi. Eğer başkana başından geçenleri anlatsaydı başkan telefonu yüzüne kapayabilirdi. Doyoung olsa öyle yapardı. "Ya?" diye mırıldandı başkan hafif tereddütlü bir sesle.

"Kalp krizi. Cenazeye gidiyordum, bir sakıncası yoksa..."

"Yo yo, bu kadar üstünüze gittiğim için özür dilerim, sizi diğer çalışanlarla karıştırmakla hata yaptım."

"İzin için çok teşekkür ederim. O zaman...iyi günler."

"Size de."

Doyoung telefonu tek koltuğuna fırlattı ve önündeki dağınıklığa baktı bıkkınca. Hırsızın evi dağıttığına inanamıyordu. Ona bir kez bile teşekkür etmemesine de tabi ki!

Sinirle etrafına bakıp toplamaya nereden başlaması gerektiğini kestirmeye çalıştı, sonra karnından gelen ulumaları duyunca ilk önce küçük bir kahvaltı yapmanın daha iyi olacağına karar verdi.

trauma + dojaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin