Herkesin normal karşıladığı ancak benim için inanılmaz olan anlar. Bir çift kapalı göz. Taeyong ellerini narince kırık kolumun üzerine yerleştiriyor. Gözleri kapalı. Elleri sıcacık, tenimin üzerinde sıcaklıktan kaynaklı hafif kızarıklıklar olmaya başlıyor. Daha inanılmaz olanı ise şimdi gerçekleşiyor. Parmak uçlarından parıltılı sarı ışıklar saçılmaya başlıyor. Önce yavaş yavaş şimdiyse tüm kolumu sarmış vaziyette. Ufak çalışma odasının loş hali aydınlanıyor. Jisung'ta benim gibi büyülenmiş bir şekilde bizi izliyor. Diğerleriyse sanki buna alışık
"Birkaç güne hiçbir şeyciğin kalmaz Jaemin. Zorlamamanı öneririm ancak en azından yemeğini yiyebilirsin." Taeyong yüzündeki gülümsemeyle parıltılı ışıklarını eline geri çekmiş, kolumu nazikçe dizlerimin üzerine bırakmıştı.
Kolumu hafifçe kaldırdığımda canımın acısının neredeyse tamamen geçtiğini fark etmiştim. Parmaklarım hala biraz zorlasada çok daha iyiydim kesinlikle.
"Çalışma odamda kalmana gerek kalmadı artık diğer çocukların yanına, sende odana geçebilirsin." Ceketinin cebindeki kösetkli saati yavaşça çıkarmış ardı ardına saymaya başlamıştı.
"Efendim sevgilim?" Ten odaya girdiğinde ben şaşkınlıkla onları izlerken birbirlerine gülümsediler.
"18 saniye." Ne yani sevgilisini zihin yoluyla çağırıp kaç saniyede geleceğine mi bakıyordu?
Tanrım nasıl bir yere düştüm ben diye geçirdim defalarca içimden.
"Üzgünüz Jaemin henüz alışık olmadığın şeyler. Ama emin ol zamanla alışırsın." Düşüncelerimi okuduğunu unutmuştum. Bu çok korkunçtu. Zihnimden ne geçerse geçsin biliyordu.
"Hadi sana odanı gösteriyim."
Ahşap evin içerisinde gezerken hayranlıkla bakıyordum her bir ayrıntıya. Fil dişi duvarlarda çocukların resimleri, birçok büyük tablo ve kurumuş buketler vardı. Merdivenler bordo halıyla kaplanmış, korkuluklar kreme boyanmıştı. Boydan boya camı beyaz ince bir tül kapatmış üzerinde yine bordo bir perde iliştirilmişti.
Son merdiveni tırmandığımızda başlı başına altı kapı belirdi koridorda. Her birinin kapısında farklı nesneler asılmış, ikisinin bronz kulpuna kuru çiçekler asılmıştı.
"Renjun ve Jeno tek başlarına kalıyor hangisiyle kalmak istersin?" Açılan kapılardan çocuklar çıkmış koridorda yavaşça toplanırken bakışları tek tek üzerimde dolanmıştı.
Birini seçtiğimde diğeri kırılmayacak mıydı ki?
"Sorun yok Jaemin istediğini seçebilirsin. Burada kimse kimseye darılmaz." Jeno sanki onu seçmeyeceğimden emin bir şekilde en uzak köşede duruyordu. Renjun ise yakınımda.
Renjun parlak biriydi. Konuşmayı seviyor, sorular sormaktan hoşlanıyordu. Jeno ise daha sessizdi. Bunun gücü yüzünden olduğuna neredeyse emindim.
Ve ben sessizliği severdim.
"Hadi bakalım herkes odasına." Ten ben cevap vermeden cevabını almıştı. Ve seçimimden oldukça memnun bir o kadar da şaşkın bir şekilde boştaki elimi tutmuştu.
"Emin ol Jaemin, Jeno kötü biri değil. Gücü yüzden herkes ondan çok korktu ve kimse ona yaklaşmadı. Ve sen seçim için düşünürken duydum onu." Parlayan gözlerini eğilerek gözlerime kilitlendiğinde gülümsemesi daha da büyümüştü.
" 'Nasıl olsa beni seçmeyecek bunu neden yapıyorlar ki?' diye düşündü"
"Ya Jeno benimle kalmak istemezse?" Titreyen sesime inat elini yüzüme çıkarmış saçlarımı seviyordu.
"Herkes yalnızlıktan korkar Jaemin. Jeno her zaman yalnız olmaktan korkar. Renjun zaten odasını tek kullanmayı seviyor. Jeno ile kalacağına mutlu bile olur aslında." İkimizde gülüştüğümüzde gözümden akan yaşları eliyle silmiş daha sonra oturduğu yerden kalkıp elindeki elimi bırakmıştı.
"Odana gidebilirsin Jaemin. İyi uykular." Ellerimi bıraktığında beni yavaşça kuru çiçeklerin asılı olduğu o kapıya yönlendirmişti.
"Jeno kötü biri değil. Önyargılı olma." Kendi kendime birkaç kez fısıldadıktan sonra ahşap kapının bronz uzun kulpunu çekiştirdim.
"Sorun değil baba. Sonucu zaten biliyordum." Yüzümde oluşan gülümseyele bana dönmesini beklerken o an sahiden doğru kararı verdiğimi bir kez daha anlıyordum. Her şey bu sefer sahiden güzel olacaktı.
"Merhaba Jeno."Küçük bir not: renjun bu ficin üçüncü tekeri değildir. Bilginize...