"Ne yani şimdi istediğim gibi yaklaşabilecek miyim Jaemin'e?" Elime geçirdiğim eldiven sonrası büyük gözlerle bakındı babama. O kadar yorulmuştum ki bugün. Yaşadıklarım o kadar fazla gelmişti ki şu birkaç saat içinde. Çatlayan başıma aldırmadan başımı Jeno'nun geniş omzuna yaslamıştım.
Yüzü yine pembe rengine dönmüştü. Güzel duruyordu ve ateşi yoktu.
"Öyle gözüküyor." Birkaç saat öncesinin aksine iyiydi Jeno, fazlasıyla. Hatta her an ortaya atlayıp dans etmeye başlayacak gibi duruyordu.
"Taeyong, Jaemin'e ilaç verebilir misin?" Ten dolu gözlerini babama çevirdikten sonra buruk bir gülümseme bıraktı dudaklarından. Anlaşılan birbirlerine sarılmaları gerekiyordu en acilinden. Taeyong başını hafifçe salladığında çekmecesindeki küçük şişeyi çıkarıp uzattı.
Şişeyi dudaklarıma götürdüğümde Jeno'nun beni izleyen bakışlarına dikkat etmemeye çalıştım.
O kadar şirin bir gözle bakıyordu ki sarılmak istiyordum yine. Beyaz yataktan indiğimde Jeno'da peşimden inmiş salona ilerlemiştik.
Ten babamın düşüncelerini okuyamıyordum ama onu tanıyordum. Ağlayacağını biliyordum. Fazla bile durmuştu doğrusu.𖤐
Kapı kapandıktan sonra Ten titreyen elleriyle Taeyong'a dönmüştü. Taeyong biliyordu eşinin ne kadar yıprandığını. Ona uzattığı kollarının arasına aldığında boyun girintisinde kaybolan eşinin başına küçük bir öpücük vermişti.
"Kaybettik sandım Taeyong." Kısık tutmaya çalışıyordu sesini, ancak pek başarılı olamıyordu. Taeyong eşinin sırtını severken ciğerlerine odadaki boğuk havayı çekti defalarca.
"Kaybetmedik sevgilim." Küçük öpücükleri süsledi eşinin başını dakikalarca. Kırık nefesleri eşlik etti ağlayışına. Başka zaman olsa kızardı, eşinin ağlamasını görmeye dayanamazdı.
Ama minik bebekleri farklıydı. Konu onlar olduğunda ikisininde kalbi çıtırdardı.
Zayıf noktaları çocuklarıydı işte. En büyük korkuları onlara bir şey olacağı düşüncesiydi.
Dakikalar sonra bile hala ağlayan eşine daha fazla kıyamamıştı. Hala Ten'in sırtını severken ellerini sevgilisinin başına çıkartıp göz göze gelecekleri şekilde karşısına çekti. Ten sulu gözlerini açtıktan sonra iç çekişleri arasında mızıldandı. Taeyong ise onun kedi gibi olan görünüşüne gülümsedi.
"Tamam ağlamıyorum." Gözlerini sildiğinde hala iç çekiyordu. Güzel teni kızarmıştı biraz ve minik kırmızı benekler çıkmıştı.
"Ten ben özür dilerim yemek masasında çıkışmamalıydım sana. Sadece gergindim." Ten başını sallayıp kollarını Taeyong'un ensesinde birleştirmiş hafiften uzayan saçlarıyla oynamaya başlamıştı.
"Bende özür dilerim. Üzerindeki yüke yardımcı olmam gerekirdi." Birkaç saniye öylece birbirlerine baktıktan sonra Ten gülüşü arasında Taeyong'un omzuna bir yumruk geçirmişti.
"Aptal düşüncelerine sahip çık." Taeyong ise gülümseyerek eşine daha da çok yaklaşmıştı.
"Düşüncelerimi okuman en çokta böyle zamanlarda hoşuma gidiyor." Ten hafif bir gülüş bıraktıktan sonra nerdeyse eşinin dudaklarına değen dudaklarıyla konuştu.
"En çokta böyle zamanlarda düşüncelerini okumayı seviyorum." Dudaklarını yumuşak dudaklara bastırdıktan sonra hafifçe geriye çekildi. Yıllardır bir aradalardı. Yıllardır birbirlerininlerdi. Ruhları, bedenleri ve düşünceleri. Ten o kadar çok seviyordu ki Taeyong'u, en büyük şansıydı Taeyong onun. O çukurdan onu kurtaran onu anlayan tek kişiydi. Şimdiki hallerini düşününce o zaman hayaldi bunlar.
"Lee Taeyong 7 çocuk babasısınız şu halinize bir bakın lütfen." Taeyong ise hafifçe geriye çekilerek gövde gösterisi yapmaya başlamıştı.
"Şu seksi vücuda bir bakar mısınız kim inanır ki boyum kadar 7 oğlum olduğuna." Ten hızla başını sallamış boşluktaki elleri tutmuştu.
"Kimse inanmaz 53 yaşında olduğunuza hala oldukça seksisiniz." İşte özel olmanın en güzel yanı buydu. Çok uzun hayatları vardı. Birlikte geçirecek oldukça fazla zamanları vardı.