"Baba Renjun bir şey söyleyecek." Yemeğin başından beri yerinde duramayan ama bir türlü de konuya giremeyen Renjun'la göz göze gelince gülümseyip ona cesaret vermeye çalışmıştım.
"Tamam." Ciğerlerine derin bir nefes çekerek elindeki çatalını tabağına yaslamıştı.
Yıllardır alışık olduğum şekilde solumdaki Jeno'nun parmaklarını bulduğunda elim, gülümsemiştim. O ise eldivenlerim üzerinden parmaklarımı sevmeye başlamıştı.
Alışmıştık bir şekilde.
"Ben okuldayken biriyle tanıştım. Biz çıkıyoruz, sanırım." Renjun'i ilk kez bu kadar gergin görüyordum. Her zaman özgüvenle konuşurdu fakat şimdi sesinde tuhaf bir tını vardı.
Bakışlarını babalarıma çıkardığımda ikisininde sulanan gözlerini fark etmem fazla uzun sürmemişti.
"O özel değil ya da ne bileyim." Ten babam elini destelercesine küçük elinin üzerinde koyduğunda biraz daha rahatlamıştı.
"Yarın için buraya davet ettim. Tanışmanızı istedim." Chenle ortamı yumuşatmak için Renjun ile uğraşmaya başladığında gülüşümüz sonunda geri gelmişti. Özlemiştim şu tam halini masamızın.
"O oldukça konuşkan gerçekten." Başını hafifçe eğip güldüğünde bizde gülümsemiştik.Ten babam her zaman korkardı. Renjun'in bir şekilde yalnız hissetmemesi için elinden gelen her şeyi yapardı. Dünyanın en şanslı çocukları sahiden bizlerdik. Onlara sahip olduğumuz için.
"Peki durumumuzdan haberi var mı?" Taeyong merakla konuştuğunda Renjun gülümsemişti.
"Yakalamıştı beni. Açıklaması inanın çok zor oldu, sizden haberi var." Masada ufak tefek sesler çıkarken Ten ve Taeyong babamın birbirine olan bakışlarını izledim bir müddet. İnanın bana kavga ederken bile birine bu kadar aşkla bakan hiçbir çift görmemiştim.
Bazı geceler düşünürdüm Jeno'nun kolları arasında soluklanırken. Ya Taeyong babam o tımarhaneden Ten babamı kurtarmasaydı ve birbirlerine aşık olmasalardı ne olurdu diye. O yağmurun altında nasıl öleceğimi defalarca düşünmüştüm.
Jeno'suz bir hayatı hayal bile etmedim asla. Hep kaderim, bir şekilde ne olursa olsun buluşacağız diye düşünürdüm.
Ama o siyah kazaklı çocukla daha güzel koşullarda karşılaşmıştım. Ya da ışık çocuk Renjun'le, minik bebeğim Jisung'la, turuncu saçlı güzel Chenle'mla, çoğu zaman gıcık ama hep sevdiğim Hyuck'la, her zaman bize en mükemmel şekilde rehberlik yapmaya çalışan karpuz çocuk Mark'la çok daha güzel koşullarda bir araya gelmiştik.
Birine bu kadar aşkla bakan babalarım sayesinde.Zil çaldığı anda hızla yerimden kalkmış derin nefeslerim eşliğinde kapıyı açmıştım.
Hiç olmadığı kadar heyecanlıydım. Kapıyı açtıktan sonra ele ele tutuşan çifte gülümsemiştim.
Renjun gerginlikle elinden tuttuğu kızı içeriye doğru iteklemişti.
Kesinlikle ikiside gerginlikten ne yapmaları gerektiğini bilmiyordu.
"Hoş geldin." Kocaman bir gülümsemeyle karşımdaki kıza baktığımda onunda şirin gülümsemesi ısıtmıştı içimi.
"Merhaba. Ben Ying. Renjun bahsetmiştir." Gerginlikten terleyen elini kot pantolonuna sürdüğünde gülümsemiştim.
"Bahsetti. Bende Jaemin memnun oldum tanıştığıma." Üzerindeki kabanı Renjun'e uzattığında mümkünmüş gibi biraz daha büyük şekilde gülümsemişti.
İlk izlenimle karar verilmezdi ama hislerim her şeyin üzerine çıkardı.
Işık çocuk sonunda ışığını hak edecek birini bulmuştu.
"Renjun senden çok bahsederdi her zaman. En yakını sensin sanırım." Söylediği şeyler ağzım kulaklarıma varırken Renjun'in derin nefes sesi kulağıma ulaşmıştı.
"İçeri geçelim diğer çocuklar açıkcası seni çok merak ediyor." Ying ile bir anda oluşan yakınlığımız sanırım Renjun'i daha da heyecanlandırmıştı. Ya da içten içe bir mutluluk hissediyordu.
"O kadar çok bahsediyor ki sizden bazen masal dinliyormuş gibi oluyorum." Gülüştüğümüzde büyük salona çıkmıştık. Üst kattan az önce uyanan Jisung yanımıza geldiğinde günaydın öpücüğü beklediğini anlamıştım. Yanaklarına bıraktığım öpücük sonrası yanımdaki kıza döndü.
"Ben Jisung. En küçükleriyim." Salonda herkes toparlandığında bir süre tanışma faslı sürmüştü.
"Kusura bakma Ying. İlk defa evinize dışarıdan biri geliyor ve biraz gerginiz." Ten babam konuştuğunda zihnini okuduğunu anlayabilmiştim.
"Sorun değil gerçekten. Renjun'in ailesiyle tanışabilmek hep hayalimdi." Tekrar gülümsediğinde göz ucuyla bir süredir yaptığı gibi yine Renjun'i izledi.
"Özel olduğunuzu biliyorum. Yani şey Renjun anlattı." Sanırım birazda olsa korkuyordu bizden.
Taeyong babamla göz göze geldiğimizde hızla ayaklanmış ortalığı toparlamaya çalışmıştım. Renjun, Ying için hep konuşkan olarak bahsetmişti ama kızın dili tutulmuş gibiydi.
"Hadi yemeğe geçelim orda konuşmaya devam ederiz." Beyaz eldivenimin üzerinden Jeno'nun ellerini kavradığımda peşimden sürüklemeye
başlamıştım.Yemek boyunca Ying gerginliği üzerinden atmış, onunla sohbete başlamıştık. Kesinlikle eğlenceli bir kızdı.
"Özel bir nedeni yoksa neden eldiven taktığını sorabilir miyim?" Bakışlarının bende olduğunu fark ettiğimde gülümsemiştim.
"Benim gücüm aşk." Anında parıldayan gözleri daha da çok gülümsememi sağlamıştı.
"Jeno'ya dokunduğumda etrafta pembe ışıklar oluşmaya başlıyor. Gün içerisinde de çok fazla temas içerisinde olduğumuz için yatana kadar çıkarmıyorum." Gözlerinden hiç silinmeyen parlaklıkla bakıyordu hala. Oldukça da meraklıydı.
"Peki ne işe yarıyor gücün? Hepsini anlayabiliyorum ama seninki farklı." Dirseklerimi masanın üzerine koyduğumda Jeno'ya çıkmıştı bakışlarım. Gülümseyerek izliyordu beni.
"Aşklarını mühürlüyorum. Ya da onları kontrol edebiliyorum. Ve hislerim oldukça güçlü.
Mühürlediğim kişiler birbirlerinden başka kimseyle birlikte olamıyorlar. Bunun cezası ölüm. Zaten bizde birbirimizden başka kimseyle görüşmediğimiz için." Ufak gülüşler yükseldiğinde masadan Jeno'nun ellerini biraz daha sıkı kavramıştım.
Ying iri gözleriyle başını salladıktan sonra gözleri masadaki çocuklarda gezmişti.
"Hepsini mühürledin mi?" Başımı salladığımda gülümsemişti tekrar. Bir şeyler düşünüyormuş gibi bir hali vardı.
Daha sonra masanın altından çıkardığı Renjun'in eliyle kendi elini uzattı.
"O zaman bizi de mühürlemelisin." İşte şimdi kalbim kırılmıştı.
"Ying belki biliyorsundur biz çok daha fazla yaşıyoruz sizden. Renjun nerden baksan 200 yaşında." Şaşkın bakışlarını Renjun'in üzerinde gezdirmişti.
"Bunu bilmiyor gibisin. Eğer sizi mühürlersem ikinizden birinin ömrü biterse diğerininde ömrü son bulur. Yani beraber ölürler. Bunu öğreneli fazla bir zaman olmuyor. Ve insanların yaşayacağı normal bir süre en fazla 100 yıl." Hayal kırıklığıyla başını düşürdüğünde tekrar küçük bir gülümseme takınmıştı yüzüne.
Renjun'in elini masanın altına geri koyduğunda gülümsemesini biraz daha büyütmüştü.
"Benimkisi zaten bir anlık olan bir şeydi. Uzun yaşadığınızı bilmiyordum." Çatalını tekrar eline aldığında önündeki yemekten biraz daha almıştı. Renjun ise hala onu izliyordu.
Bir süre kimseden ses çıkmadı.
"Bunu istiyorum Jaemin-ah." Renjun Ying'in tuttuğu elini bana doğru uzatırken şaşırmıştım doğrusu.
"Saçlama Renjun." Ying elini geri çekmeye çalıştığında Renjun daha sıkı kavramıştı.
"Bak Ying şurda nerden baksan senden sonra yaşayacağım belki 200 yıl daha var. Fakat sen yoksan istemiyorum bunu." Gözlerimin dolduğunu hissetmiştim. Renjun'in bu kadar aşık olduğunu tahmin etmemiştim doğrusu. Ying dolan gözleriyle gülümsediğinde elini tutan ellere sarılmıştı biraz daha.
"Ama kardeşlerini bırakamazsın." Her an ağlayacakmış gibi hissetmem ne kadar doğruydu bilmiyorum.
"Üzgünüm çocuklar umarım anlayabilirsiniz. Özür dilerim baba." Anlıyorduk elbet. Taeyong gözlerinden düşmesine izin vermediği yaşı silerken Ten konuşmuyordu. Sadece bakıyordu öyle.
Jeno'nun elini bacaklarımda hissettiğimde destek alarak kalkmıştım. Aşk böyle bir şeydi işte. Özrü olmuyordu.
Elimdeki beyaz eldiveni çıkardıktan sonra Renjun ve Ying'in karşıma gelmesini bekledim bir süre.
Gözlerinden yaşlar dökülüyordu ama hala gülümsüyordu. Uzattıkları ellerini kavradığımda etrafta uçuşmaya başlayan pembe ışıklar sonrası parlayan gözlerimle etraf biraz daha aydınlanmıştı.
Elimi tekrar çektiğimde ikiside gülümsüyordu.
Işık çocuk mutluydu. En önemlisi de buydu. Renjun hepimizden çok hakediyordu mutluluğu.