(Nil'in ağzından.)
Sabah, Robert Bey'in aramasıyla uyandım. Kendall'ın işine son verdiklerini ve Ömer Bey'in evinde çalışmam için, beni istediklerini söyledi. Aslında itiraf etmek gerekirse korkuyorum. Bu işi çok fazla istememe rağmen, bu durum beni gerçekten korkutuyor. Ömer Bey aslında iyi bir adam ama en ufak tartışmamızda çok büyük tepkiler vermişti. Aslı ve ben hep böyleyiz ve bu tartışmalar daha çok uzayacağa benziyor. Kısacası ne yapmalıyım bilmiyordum ve emindim ki beni o eve çağıran Robert Bey'den başkası değildi çünkü Ömer Bey kararını net bir şekilde söylemişti. O sırada telefonum çaldı. Arayan Kendall'dı:
"Nil, ben çok kötüyüm."
"Robert Bey aradı beni demin. İşten çıkartıldığını söyledi. Ne oldu Kenny?"
"Nil, evdesin değil mi?"
"Evdeyim, evdeyim."
"Geliyorum birazdan."
Deli gibi ağlıyordu telefonu kapatırken. Ben eve alınacağımı duyduğumda Kendall'ı unutmuştum. Onu çok seviyordum. İyi olması için gereken her şeyi yapmalıydım. Onun en çok sevdiği tatlıyı düşündüm ve mutfağa geçerek, tatlıyı hazırlamaya başladım. Bu tatlı benim icadımdı ve en çok Kendall olmak üzere herkesin sevdiği bir şeydir. Her neyse konumuz çok daha önemli. Tatlıyı hazırlarken bir yandan neler olmuş olabileceğini düşünmeye başladım. Sinirleri gerçekten bozulmuştu kadıncağızın. Ben tatlıyı fırına verirken, kapı çaldı. Hızla ellerimi yıkadım ve kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda karşımda iki adam duruyordu, kesinlikle tanımıyordum. Hızla evime girdiler. Adamlardan siyah saçlı olan, ağzımı eliyle kapattı. Bağıramıyordum, en ufak bir ses bile çıkaramıyordum. Kapıyı kapatıp beni salona yürüttüler:
"Bu güzel koku da ne?" Dedi, ağzımı bırakıp fırına doğru yürüyerek ve fırının kapağını açıp tatlıların hepsini yere döktü. Bir şey söylecekken sarışın adam ağzımı kapattı bu kez. Adam bütün mutfağı salonu birbirine katmıştı. Sinirden çatlıyordum. Yerimden kıpırdayamıyor, çıt çıkaramıyordum. Ağlamak üzereydim. Kendall gelince belki hallolur diye düşünerek sabırla beklemeye başladım:
"Bizimle anlaşma yaparsan, hayatın boyunca rahat bırakırız." Dedi mutfağı dağıtmaya devam ederken, gözlerimin içine sert bir şekilde bakarak.
Korkuyordum, ne diyeceğimi bilemeyerek gözlerine baktım."Ömer, Kendall yerine seni istemiş. Doğru mu bu?" dedi.
Ne? Ne demek istiyorlardı? Kendall? Kendall böyle bir şeyi bu kötü insanlara söylemiş olabilir miydi? Onları evime gönderen Kendall mıydı yoksa? O sırada, konuşabilmem için ağzımı açtı:
"Sizi Kendall mı gönderdi?"
"Bu seni ilgilendirmez" dedi sarışın, saçımın ucundan hızla çekerken.
"Bu yaptığınız büyük bir suç! Ne istiyorsunuz benden?" Der demez ağzımı tekrar kapattı. Adamın elinde daha önce hiç görmediğim bir silah vardı:
"Gözlerindeki çipin şifresini veriyorsun."
Elindeki silahı başıma dayayarak tekrarladı:
"Aç şunun ağzını. Hadi sen de şifreyi söyle."
"Size hiçbir şey söylemeyeceğim."
"Elimdeki silahın ne olduğunu biliyor musun?"
Bunu iğrenç bir sırıtışla söylemişti ve beni korkutmayı başarmıştı sonunda. Silahı anlatmaya başladı:
"O silah senin bilincini içine çekiyor. Bedenin ölüyor, ruhun bizde kalıyor anlayacağın. Seni, istersem, kendi beynime aktarıp, ben ölene kadar beynimin içine hapsedebilirim."
Belki de yalan söylüyorlardır diye düşünüyordum ki adam silahı başıma dayayıp çalıştırdı. Gözlerim kararıyor, kulaklarım çınlıyordu ki, tamamen bilincimi kaybediverdim.
...
Uyandığımda her yer bembeyazdı. Görüş açım kısıtlıydı ve ellerime baktığımda onları görememiştim. Zihnimi bir kutuya hapsetmişlerdi resmen. Bağırmaya başladım:
"Çıkar beni buradan! Ne istersen yaparım! Lütfen!"
"Efendim? Duyamıyorum?" dedi adam. Sesi kulaklarımda çınlıyordu.
"Beni buradan çıkarın! Yalvarırım, ne isterseniz yapacağım." dedim.
"Yola geleceğini biliyordum ama bu kadar hızlı olacağını tahmin etmemiştim."
"Yemin ederim ne istersen yaparım."
Yatağımda uyandım. Ellerim ve ağzım bağlıydı. Başım çatlıyordu. Çok kötü hissediyordum kendimi. Yerimden hafifçe doğruldum. Karşımda olduklarını gördüm ve konuşmaya çalıştım. Sarışın adam yanıma gelip ağzımı çözdü:
"Ne istiyorsunuz?"
"Gözlerindeki çipin şifresini ve ardından bir kaç şey daha." dedi adam.
"Gözlerimin şifresini ne yapacaksınız söyleyin. Öyle verebilirim ancak."
"Demin yalvarıyordun, n'oldu sürtük?" dedi yanağımı sıkarak: "Hadi ver şu şifreyi, uğraştırma bizi."
Yapacak bir şeyim yoktu. Şifreyi vermek zorundaydım. Daha sonra ne yapacaklarından korkuyordum. Çünkü şifreyi verdiğim anda, ellerindeki tablete görüp duyduğum, konuştuğum her şey birinci kişinin gözünden aktarılacaktı.
"Şifre bilgisayarımda" dedim.
"Aç bilgisayarını. Çöz şunun ellerini" dedi adam.
Ellerimi çözdü. Bilgisayarıma yönelip şifrenin olduğu notlarım bölümünü açtım. Adam gelip şifreyi aldı ve beni tekrar bağladılar:
"Şimdi bizi iyi dinle. Ömer Sağlam, bugün onun evine gideceksin. Kendall işten çıkarıldı. Yerine seni çağıracaklar. Yaklaşık bir saat sonra orada olman gerekiyor. Her şeyi bir kez anlatacağım, zamanımız yok. O eve gidiyorsun ve tüm odaları detaylı bir şekilde geziyorsun. Eğer bizi açığa verirsen neler olacağını biliyorsun. Sana diyorum biliyorsun değil mi!" Diyerek, beni kolumdan sarstı.
"Siz kimsiniz?" dedim.
"O Utah, ben de Bodhi ve biz kimiz biliyor musun? Geçmiş yolcuları."
![](https://img.wattpad.com/cover/193519036-288-k774360.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
2470
Bilim Kurgu"-Adam uyandı! Zihin çizelgesi hareketlenmeye başladı!" "-Gözlerime inanamıyorum, bu delilik! " Kulaklarım çınlıyor, başım çatlıyor, gözlerimi açamıyorum. Neredeyim ben? Konuşamıyorum, bu iğrenç sıvı da ne? "-Efendim bizi duyabiliyorsunuz ama henüz...