Merhabaaaa! Kitapta Yavuz'u hep dizidekinden daha romantik,düşünceli bir adam olarak yazmaya çalıştım ancak biliyorsunuz ki herkesin patlama noktaları,zaafları var. Bu bölüm Yavuz'un yıkımı mı olacak yoksa Yavuz Bahar'ı mı yıkacak bilemiyorum,yorumu size bırakıyorum. Ancak yaptıklarını burnundan fitil fitil getireceğime emin olabilirsiniz. Hepiniz öpüldünüz 💚💜❤️
(Şarkı mükodur,dinlemenizi tavsiye ederim,hadi byeeee 😘)
**
Yıkım...
Soyut olarak ele alındığında Yavuz'un içinde kaynayan,dışına taşmak isteyen hisleri tasvir edebilecek tek kelimeydi herhalde.
Otuza yaklaşmış yıl sayısı kadar yaşamında en az yirmi beş yıl babasından uzak kalmıştı adam. Bunca sürede çoğu şey geçmişti aklından.
Başka bir aile kurmuş,başka çocuklara sahip olmuştur demişti.
Belki yurt dışına,uzaklara gidip çok zengin olmuştur.
Belki de hastalığa yakalanıp tek başına bir yerlerde ölmüştür...
Ancak aklına bir terörist olabileceği hiç gelmemişti.
Karısının bahsettiği "Agâh"ın ise babası Hamit Karasu ile aynı kişi olduğunu nedense yadırgamamıştı Yavuz ironik bir biçimde.
Gerçi aklı ve kalbi o kadar giriftti ki ne düşüneceğini,ne hissedeceğini de kestiremiyordu.
Annesinin ölümü,askerliği,Bahar,Büyük Bey.. Ya çok büyük bir oyunun içindeydi,ya da Allah onu muhteşem bir sınava tabii tutuyordu. Azılı düşmanı,aynı zamanda karısının babası olan adam babasının(!) patronu çıkıyordu.
Bu dünyada kaç kişinin daha başına gelirdi ki?
Yavuz ne diyeceğini bilmez halde kalktı oturduğu yerden. Adımları her zamankinin aksine sarsak,aceleciydi. Kendini dışarı atmak,dört duvar arasındaki sıkışıklıktan kurtulmak istiyordu.
"Yavuz!Konuşmayacak mısın?"
Ardında endişeli sesiyle ona seslenen kadının yüzüne bakacak zamanı bile yokmuşçasına elini kaldırdı ve duraksamadan kendini dışarı attı.
Nefesi havaya karışıp,bedeni gecenin serinliğinde titrerken firar etti birkaç damla gözyaşı gözlerinden.
İçinde,bir yerlerde hep saklanmış olan küçük Yavuz'un babasına olan ağıtıydı bu gözyaşları.
Küçük Yavuz babası tarafından paramparça edilmişti.
Nihayet senelerdir beklediği şey olmuş,parçalar yerine oturmuştu ancak bu kadar acı verici olacağını düşünemezdi adam.
"Belki yanılıyorsun! Belki Bahar da yanılıyor!"diye bir vaveyla kopardı içindeki babasına hayran,küçük oğlan.
Ancak içten içe biliyordu ki Bahar da o da yanılmıyordu.
Hamit Karasu annesiyle evliyken bile ne iş yapıldığı bilinmeyen bir adamdı. Sonra da öyle bir kaybettirmişti ki izini Yavuz Bunu tek başına nasıl başardığını merak edip durmuştu.
Oysa şimdi şimdi idrak ediyordu babasının kim olduğunu,ne işlere bulaştığını.
"İçinin yangını bir havuz dolusu buza girsen sönmez. En azından kendine zarar verme."
Omzuna konan ceketle buz tutan sırtı sıcaklıkla gevşerken yan yana geceyi izledi karısıyla. Sormak istedikleri onca şey vardı birbirlerine ancak sustular uzun bir mühlet.
"Belki... Belki yanlış biliyorumdur. Belki o değildir Yavuz. Gel,İzmire gidelim,ben araştırmaya çalışayım nerelerde olduğunu."
Sesini umutlu çıkarmaya çalışsa dahi Bahar da nedenini kestiremediği bir eminlik taşıyordu. Yavuz'un babası Agâh diyordu içindeki ses durmadan.
"Sen karışma Bahar!"
Sesindeki soğukluk havadan daha çok üşüttü Bahar'ı. Yavuz beş dakika önceki adam değildi. Elbet olamazdı!
Hayatının yalanlar üzerine kurulu olduğunu öğrenmişti ancak kendisinin suçu neydi ki?
"Merve meselesinde bile bir ton işle uğraştın Yavuz. Erdem Abi'ye bildirmeden önce gel,araştıralım. Söz veriyorum senin istemediğin hiçbir olaya burnumu sokmayacağım."
Yavuz sıkıntılı bir nefes bıraktı. Canı sıkkın,kalbi yangın yeriydi ancak Bahar haklıydı. Emin olmalıydı. Kendini boşa ateşe atmak, teröristin oğlu olmak ile itham edilmeden önce kendine zaman tanımak istiyordu.
Öylesine Zordu ki içinde kendiyle verdiği savaştan galip çıkmak,Yavuz yere çöküp ağlamak istediyse bile engel oldu kendine.
"Pekala! Gidelim ama bela çıkarma başımıza!"
Duygusuz sesiyle söylediği son sözcükler bunlar oldu. Ardından arkasını dönüp eve yürürken kırık dökük fısıltısıyla duymayacağını bile bile yanıtladı Bahar boynunu bükerek:
"Söz sevgilim,bela çıkarmayacağım başımıza."
**
Bahar iki metre önünde yürüyen adamı izledi iç çekerek. Öğrendiği gerçeğin ardından aralarına birdenbire örülen duvarı şaşkınlıkla seyrediyordu kadın.
Yavuz neden böylesine buzdan bir kaleye dönmüştü ki? Elbette çektiği acıyı,verdiği savaşı anlayamazdı.
Yaşadığı hayal kırıklığının haddi hesabı olmadığını da tahmin edebiliyordu ancak kendine baş belası gibi davranmasını, yüzüne bile bakmamasını,gece koltukta;kendinden uzakta uyumasını gerektirecek ne yapmıştı Bahar?
"Allahım lütfen yardım et bize!"
Sessiz yakarışlarını da tıpkı sessiz,ancak acı dolu çığlıklarını duymadığı gibi duymamıştı Yavuz. Bahar'ın annesinin sahip olduğu hastaneye girdiğinde de öylece arkasına bir bakış atmış,yoluna devam etmişti.
Kendi problemleriyle başı o kadar dertteydi ve kalbi göğüs kafesine sığmıyordu ki,canım dediği karısını durmadan üzdüğünü bile fark edemez olmuştu.
"Altıncı kat!"
Bahar'ın ürkek fısıltısı üzerine asansörü beklemeden çevik hareketlerle merdiveni tırmanan Yavuz'u Bahar takip etmedi. Hemen gelen asansöre binerek adamdan önce hedefledikleri kata vardı.
Yavuz yanında belirdiğinde zorlandığına dair tek bir emare yoktu ancak cebine sıkıştırdığı elleri tir tir titriyordu.
Yavuz söz konusu olmasa çalmayacağı kapıyı aşık olduğu adam hatrına tıklatıp içeri girdiğinde annesi aksi bir ifadeyle başını kaldırıp gelen ikiliyi gördüğünde şoka uğramıştı.
"Bahar!"
Bahar ayaklanan annesinin kendisine atılmak üzere olduğunu görerek onu durdururdu ve hemen konuya girdi.
"Buraya seninle bir konuyu konuşmak için geldik. Lütfen,bir kez olsun bana karşı dürüst ol anne! Lütfen bu kelimenin hakkını bir kez olsun ver."
Funda "damadına"attığı ters bir bakışın ardından boğazını temizleyerek kızına odaklandı.
"Bu adamı peşine takarak yanıma gelmeni gerektirecek konu nedir?"
Bahar sıkıntıyla kucağındaki çantaya tırnaklarını geçirdi. Böylesine hassas bir mevzu hakkında konuşmak,özellikle de annesiyle,çok zordu onun için.
"Küçükken Büyük Bey'in yanında çalışan adamı hatırlıyorsundur. Agâh Amca?"
Merakla ve endişeyle olduğu yerde dikleşti Funda. Konuştuğunda sesi rahatsız olduğunu hissettirir biçimde titriyordu.
"Ne olmuş Agâh'a?"
Bahar dikkatle annesini dinleyen Yavuz'a bir bakış atıp annesine döndü tekrar.
"Nerede olduğunu,kim olduğunu biliyor musun?"
"Bildiğim bazı şeyler var fakat bunun sizinle,bilhassa bu adamla ne alakası olduğunu anlayamadım henüz."
Bahar odadaki gerginliğin somutlaşıp aralarında can bulacağını düşündü bir an.
"Anne sorgulamasan,lütfen!"
Gözbebekleri muhtaçlıkla titreşti ve hayatında annesine son kez yalvardı belki de.
"Lütfen bir kez olsun yardım et mutlu olmama."
Funda kızının aşkla kavrulup olgunlaştığını,güçlü bir kadın olduğunu ilk kez bu denli derinden hissetmişti belki de.
Annelik yapamadığını,Bahar'ı hak etmediğini biliyordu. Bunu kabul etmeyecek kadar bencil değildi. O nedenle kızına istediğini vermeye hazırdı.
"Agâh yirmiyi aşkın senedir babanın yanında çalışıyor.Öncelerinde babanın bir ortağının yanında işe başlamış. Hemen parlayıvermiş onların dünyasında. Zekasıyla,cesaretiyle,kuvvetiyle. Sonrasında İstanbul'da çıkan bir olayda herkesin,tabi bir de babanın hayatını büyük bir çeviklik ve planla kurtarınca baban yanında çalıştırmak istedi. Böylece en güvendiği adamı oldu. Biliyorsun,yeri geldi evimize girdi çıktı.Ve itiraf etmeliyim ki asla neden bu dünyaya girdiğini anlayamadım."
Yavuz dişleri arasından sordu:
"O ne demek?"
Funda soruyu onun sormasının bir önemi yokmuşçasına hemen yanıtladı:
"Bu tür adamlar aile,çocuk,ahlak gibi değerlere önem vermezler. Misal Yıldırım...Olmadı,olduramadık. Vicdan kavramından pek haberleri yoktur. Masum olmanın onlar için bir kıymeti yoktur. Ama Agâh öyle değildi sanki. Tabi yine Bahar daha iyi bilebilir. Küçük olmasına rağmen bizim kuramadığımız bağı Agâh kurmuştu onunla."
Bakışlar üzerine döndüğünde tırnakları daha sıkı kavradı çantanın sapını. Öylesine kritik bir konuydu ki kelimeleri bile özenle seçmesi gerektiğini biliyordu Bahar.
"Çok küçükken sırdaş olduğumuzu, bana iyi geldiğini hatırlıyorum. Etrafımızdaki diğer adamlar gibi değildi sanki. Her zaman sol göğsünde bir fotoğraf taşırdı. Bir kadın ve bir çocuk vardı fotoğrafta. Benim yaşlarımda,küçük bir oğlan çocuğu ve dünyalar güzeli bir kadın..."
Yavuz sıkıntıyla elini göğsüne yasladı. Nefesi ciğerlerine sığmıyordu sanki. Hızla yerinden kalktı meraklı bakışlar altında.
"Ben çıkıyorum Bahar!"
Bahar da beklemeksizin odadan çıkmadan evvel annesine son bir bakış attı.
"Sağol anne,ne olursa olsun hakkım helal. Sen de helal et!"
"Helal olsun kızım. Çok mutlu ol!"
Neden helallik istediğini bile bilmiyordu ancak içi bir nebze daha rahattı bu konuda Bahar'ın.
Yavuz'u hastanenin önünde soluklanırken görür görmez yanına koşturmuş ve koluna girerek banka oturtmuştu. Çantasından çıkardığı suyu adama uzatırken bakışları hala endişeyle ve hüzünle titreşiyordu.
"Daha iyi misin?" Diye sordu korka korka.
Yavuz dudaklarına dayadığı şişeden kana kana içtiği birkaç yudum suyun ardından başını salladı.
"Dönmemiz lazım Bahar. Komutanıma anlatmalıyım her şeyi. Böyle yaşayamam."
Gözünün önüne düşen saçı kulağının arkasına sıkıştırdı Bahar.
"Baban olduğundan eminsin yani?"
Elini cebine atıp bir fotoğraf çıkaran Yavuz kağıt parçasını gözlerinin önüne uzattı.
"O fotoğraftaki çocuk ve kadın...Bunlardı dimi?"
Bahar çok uzun yıllar geçmesine rağmen "Dünyanın en güzel"kadını dediği Gülümser Karasu'yu ve tanımadan evlenmek istediği Yavuz Karasu'yu tanıyıverdi gözünden bir damla akıp yanağını yasa bularken.
"Çok üzgünüm Yavuz.Çok üzgünüm sevgilim."
**
Yıllarca,doğduğu günden itibaren İzmirde yaşayan Bahar yuvasını onca sene sonra gidip küçücük, savaşın ortasındaki bir yerde bulmuştu.
Aşkını,kardeşlerini Karabayır'da tanımış,burada mutlu olmuş,burada ölümün eşiğinden dönmüştü ancak ilk kez Karabayır'a sığamıyordu Bahar.
Taburda,Yavuz'un yatağının üzerinde oturmuş öylece bekliyordu. Evlere sığamamış, Yavuz'u yalnız bırakmaya gönlü rıza vermemişti.
Bir yanda o çaresizliğiyle cebelleşedursun, Yavuz komutanının odasına bambaşka bir savaş veriyordu.
Karşısına oturmuş,meraklı bakışları altında lafa girmeye çalışıyordu.
"Yavuz,ne bu halin oğlum? Bahar'ı da gördüm,kız bitik halde. Ne oluyor?"
Yavuz yere diktiği gözlerini zorlukla kaldırdı Erdem'in yüzüne.
"Anlatmam gereken bir şey var ama nasıl söze gireceğim,nasıl anlatacağım bilmiyorum komutanım. Utanıyorum, nefret ediyorum,lanet ediyorum ama nasıl anlatacağım,bilmiyorum."
"Sen bir yerinden başla evlat,sonrasına bakarız biz."
Yenilgiyle omuzlarını düşüren Yavuz için hiç kolay olmadı anlatmak. Önce komutanıyla paylaştığı gerçek duyguların aynası olan gözlerinden anladığı kadarıyla onu da şoka uğratmış olsa da büyük bir soğukkanlılıkla telafi etti Erdem şaşkınlığını.
Daha sonra ise hakları olduğunu düşünerek arkadaşlarına anlattı.
"Benim hakkımda neler düşüneceksiniz,bilmiyorum. Açıkçası size kızmaya hakkım,kırılmaya yüzüm yok. Çok utanıyorum. İlk defa yüzüm kızarıyor. Özür dilerim çocuklar."
Diyerek sözlerini sonlandırdığında Keşanlı büyük bir öfkeyle sandalyesini ittirerek ayağa fırlamıştı. Öfkesi kaderin cilvesineydi.
Öfkesi terör lanetineydi.
Hayatında tanıdığı en iyi askerin,en yürekli adamın hakkına böylesinin düşmesineydi öfkesi.
"Sikerim ben böyle işi aga! Hadi sevgilisi ihanet etti,aşık oldu Bahar ile iyileştirdi yarasını. Baba lan,baba! Napacak bu adam?"
Gözlerinde damlamayan gözyaşları asılı kalmıştı.
"Bir de utanıyor! O şerefsizler yüzünden bu adamın başı yere eğiliyor,geliyor bizden özür diliyor! Sıkacağım lan kafalarına! Bir tanesini yaşatmayacağım!"
Feyzullah nitekim daha üzgün,daha sakindi. Destek olmak amacıyla Yavuz'un gergin bedenine kollarını doladı tedirginlikle.
"Komutanımız olduğun kadar abimizsin.Yeri geldiğinde babamız,yol gösterenimizsin. Sen başını yere eğersen bizim boynumuz bükük kalır. Yapma komutanım. Yüzünü eğme yere!"
Ateş ve Fethi de aynı anda komutanını kucakladı.
"Utanacak bir kişi var,o da Agâh olacak kansız! Senin gibi bir oğlu varken şerefsiz olmayı seçen o adamın yüzü kızaracak gerekirse!"
Yavuz içi her bir kelimeyle daha çok dağlanırken sarıldı arkadaşlarına sımsıkı.
Bu adamlar onun askerleri değil,ailesiydi! Bir kez daha anlamıştı.
"Gelecek günlerde benim hakkımda sizi sorgulayacaklar. Önce vatanımızı düşünün! Bir Yavuz gider,diğeri gelir. Siz ben olmasam bile sadece vatan uğruna çarpışın!"
Buruk,kırık dökük ancak kararlı bir sesle hep bir ağızdan kükredi genç adamlar:
"Emredersiniz komutanım!"
**
1 HAFTA SONRA
Anahtarın yuvasında dönüşüyle yattığı hafif uykudan uyanıveren Bahar olduğu yerde dikleşip sert ancak sakil adımlarla salona giren kocasını izledi.
Bir dağ yerine koyduğu adam yıkık döküktü...
"Hoşgeldin canım."
Günlerdir olduğu gibi buruk tebessümü ters bir cevapla solup kaydı,düşüverdi yere.Paramparça oldu.
"Hoş bulmayı isterdim,ama pek mümkün değil!"
Bahar'ın küçük gözleri yanarken avcunu sızlayan burnunun ucuna bastırdı.
"Yavuz...Biraz dinlensen,uyusan,yemek yesen? Harap ediyorsun kendini."
Yavuz oturduğu tekli koltukta başını yasladığı avuçlarından kaldırdı. Gözaltları uykusuzluktan kızarmış,çökmüştü iyice. Bahar'ın içi sızladı acıyla.
"Ben bu durumdayken sen ne dinlenmesinden bahsediyorsun Bahar! Benim askerliğim tehlikede! Benim varım,yoğum elimden gidiyor,sen ne zırvalıyorsun bana?"
Kalbine bir yumruk yedi sanki kadın. Kocası paramparça olduğundan beri paramparça etmeye yeminli gibiydi de insan canım dediği insanın canını bu denli yakar mıydı ki?
Çenesi titreye titreye sordu:
"Ben...Ben senin için ne ifade ediyorum Yavuz? Beni,bizi düşünemez misin biraz?"
Yavuz o an karısının acısına karşı duyularını kapatmış gibiydi. Sesindeki hüznü duymuyor,gözlerindeki katran karası hayal kırıklığını görmüyordu sanki. Ayağa fırlayıp üstünlük kurmak istercesine tepeden baktı karısına.
"Bencil olmayı bırakamaz mısın bir kere? Hala ben,ben,ben! Ne halde olduğumu görmüyor musun?"
Ne diyeceğini bilmezcesine gözlerini etrafta gezdirdi Bahar. Kaybolmuş gibiydi. Yolunu kaybetmiş,adresini soracak bir kişi yoktu etrafında. Tek dayanağı ona sırtını dönüyordu.
"Ben seni düşünüyorum birtanem. Kendini helak ettin,yapma böyle."
Fakat Yavuz anlamadı Bahar'ı. Anlamak istemedi belki de.
"Beni düşünüyormuşmuş(!) Az önce "ben" diyip duruyordun. Tabi ya, senin de baban teröristti ama sen çabucak toparlanıverdin. O zaman anlamalıydım ne denli gamsız olduğunu!"
Bahar tamiri imkansız bir yerlerinin kırılıp göğüs kafesine battığını hissetti. Ayağa kalkıp karşısında dikilecek gücü yoktu artık.
"Sen beni neyle itham ediyorsun? Ben ölüyordum! Ölüyordum Yavuz! Senin gözünün önünde vurmadılar mı beni?"
Yavuz elleri belinde,çatık kaşları altından dinlemekteydi Bahar'ı. Yine de gözünün önüne düşen perde karısının perperişanlığını görmüyordu sanki.
"Ama ne var biliyor musun sevgilim?"
Gözünden akıp yanağına düşen yalnızca bir yaş değildi de hayallerinin kırıklarıydı bu defa.
"Yediğim kurşun senin sözlerin kadar yakmadı canımı! Şimdi git! Yanında olmama izin vermiyorsun,toparlanmayıp gözlerimin önünde eriyorsun ve bizde geri dönülemez yaralar açıyorsun! Git,aklını başına toplayana dek gelme Yavuz!"
Adam sesini çıkarmadan ceketini aldığı gibi kapıyı çarpıp çıkarken olduğu yerde titreyen,ardından gözyaşları sel olan Bahar ise kocasının ardında bıraktığı yaralı kız çocuğunu tedavi etmek üzere toparlanmaya koyuldu gecenin karanlığında.
**
Hellööö umarım bölümü beğenmişsinizdir. Siz Bahar yerinde olsaydınız bu kadar sabırlı olur muydunuz? Ben sanırım bir yumrukla kendine getirebilirdim snnsmsmsmsm yorum yaparsanız çok sevinirim 💜💜
En kısa zamanda yine gelecek bölümden bir kesit gelecek,bekleyin derim 😍😍
İyi gecelerrrr 😘😘
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YEMİN
أدب الهواة"Öylesine sevdim ki seni,öylesine sensin ki! Kuşlar gibi cıvıldar tattırdığın acılar"