”niye gülüşümü izliyorsun?”
Soru uzayın zihninde dolanıyor başka sorulara bazı duvarlara belki inançlara çarpıyor geri dönüyordu. Her dönüş bir yankı oluşturuyor her yankı soruyu uzayın zihnine kazıyordu e tabi böyle bir durum soruyu unutmayı imkansız kılıyordu.
İmkansızlardan kaçış yoktu. Unutmayacak sadece bir cevap bulacaktı soruya lakin ne? Ne diyecekti? Kendisi dahi cevabını bilmezken ne söyleyebilirdi ki? yalanları bile silinmişti zihninden zira miraçın sorusu uzayın zihnini o kadar doldurmuştu ki uzay yalanları silmek zorunda kalmıştı. Off niye hafızaya bir tek bu soruyu atmıştı?
Yalanları olmayan biri bilinmeyenlerden nasıl kurtulurdu? Dikkat dağıtmak belki işe yarardı ama şuan miraç’ın dikkatinin kolay kolay dağılmayacağının farkındaydı. Peki başka soru ortaya atsa işe yarar mıydı? Uzayı değil de miraç’ı cevapsız bırakan bir soru.
Uzay yalansız hiç kalmamıştı bu yüzden şuan yapacağı şey veya şeyler tecrübenin sonucu değil tecrübenin kendisi olacaktı. Uzay sadece deneyecekti ona mantıklı gelen seçeneği deneyecek ve sonuç çıkaracaktı umalım ki ona mantıklı gelen doğru hamle olsundu.
“sen niye izliyorsun?”
“ne?”
büyük bir fark vardı. Uzay hamlesini yapmışken miraç için mantıklı olan hamle yapılmıştı. Yani uzayın aksine miraç’ın elinde hamle kalmamıştı. Çaresiz insanlar ne yapardı? Uzay çaresizlerin yolunu miraç sayesinde çok önceden tatmıştı lakin bu miraç için ilkti bu yüzden boğazını temizleyip hazırlandı. O zaman miraç’ın ilk “inkar” denemesi hayırlı olsundu.
“izlemiyorum”
“inkar sence de çok çaresizce bir hamle değil mi?”
Miraç uzayın dediği “çaresizsin” kelimesine sinirlenirken uzaya bütün nefret yüklü bakışlarını yolladı. 5 Dakika önce birbirine gülen iki insan şimdi nasıl kavganın kıyısına gelmişti. Beklide cesareleri ve aptallıkları yüzünden kıyıdan hiç uzaklaşmamışlardı.
Miraç uzaya yaklaşıp yakasından kavradı gömleğinden çekerek uzayı kendi boyuna getirirken uzay bir eliyle miraçın kolunu tutuyor diğer eliyle boynunu sarıyordu. İkiside sakin kalma havasında değildi ve bu her hallerinden belli oluyordu. Miraç yılanlara özenmiş olacak ki tıslar gibi konuştu.
“uzay ya haddini bil ya da ben öğreteyim sen seç.”
“had nedir bilmiyorum miraç ama sana tavsiye beni ve sırlarımın bir kısmını bilirken bana haddin ne olduğunu öğretmeye kalkma denediğin takdirde”
Cümlesi yarım kaldı zira uzay ne diyeceğini bilmiyordu. Cümleleri düşünmeden başlamıştı konuşmaya. İnsanların çoğunluğu gibi uzayda sinirlendiğinde ne dediğini umursamadan sadece konuşurdu insanların en büyük hatası buydu
savunmasız kelimeler. Düşünmeden denilen her kelime tehlikeliydi çünkü insanların en dürüst anı sinirlenip bildikleri gerçekleri konuştukları andı. Bu yüzden en doğru en yanlış en tehlikeli en gerçek sözler hep bu anlarda söylenirdi asıl soru uzayın hangisini söylemeye yeltendiğiydi en doğruyu mu en yanlışı mı?“denediğim takdirde ne?”
Miraç da Uzay kadar merak ediyordu uzayın ne demeye çalıştığını. Hadi söyle uzay en doğru mu en yanlış mı?
“yok”
“ne”
“denediğin takdirde hiçbir şey olmayacak”
“emin misin? Bak haddini öğretmeye çalışırım.”
Miraç dalga geçer bir tonda kurmuştu cümlesini uzay neyle dalga geçtiğini anlamasa da oraya odaklanmadı zira aklı hala yarım bıraktığı cümlenin devamında ne diyeceğiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Büyücü (boyxboy)
Teen FictionEn iyi yalancılar bile sırlarını bir düşmana verebilirler.