Çok Şey, Anlayamadığın Çok Şey...

192 37 15
                                    

"Bana yardım et! Bana yardım et lütfen!" dedi yansıma.

O kadar davetkardı ki kendine uzatılan el. O kadar çaresizdi ki en derinine baktığı gözler. O kadar acı doluydu ki o gözlerden süzülen yaşlar. Dayanamadı....

O ele elini uzattı. Uzatmasıyla içeri çekiliyormuş gibi hissetti. Bu sadece bir histen ibaret değildi o içeri çekiliyordu. Bir kaç saniye sonra aynanın içindeydi etrafındaki siyah beyaz odaya baktı. Daha sonra renk kalmamış ellerine endişeyle büyüyen gözleri ardına döndü.

Gözlerinin kenetlendiği gözler ise zaferle parlıyordu. Onun aksine yansıma o kadar renkliydi ki. Ona sırıttı. "Nasıl bu kadar aptal olabiliyorsun?" kendine yöneltilen soru onu şaşırtmıştı. Ne oldu idrak edemiyordu. Neden buradaydı? Neden aynanın öbür tarafına geçmişti?

"Ah. Hala anlamıyorsun galiba çocuk. Terazi dengesi diyelim. Orada olman çok güzel" ne saçmalıyordu böyle? Yani onu kullanmış mıydı? Ama, ama neden?

"Evet. Seni kullandım. İtiraf etmeliyim ki çok başarılıydın. Önce beni keşfettin sonra kitabı sonra anahtarı ve en son da yine beni. Ne sanıyordun? Sen beni buradan çekip çıkarınca yanımda olacağını mı? Ah. Pardon" bir kaç dakika önce hüzünden sandığı sahte göz yaşlarını sildi.

"Sen cidden, cidden aptalsın. Orada kalmayı sonuna kadar hak ettiğini düşünüyorum. Eh umarım soğuk seviyorsundur. Bana geri verdiğin hayat için teşekkür ederim. Görüşürüz Seok Jin" yansıma aynanın duvarına yapıştı. "Hayır!! Hayır lütfen!! Dong Sun!! Lütfen!!! LÜTFEN! GİDEMEZSİN! GİDEMEZSİN! GİDEMEZSİN! GİDEMEZSİN ADİ HERİF! GİDEMEZSİN!!" kendisine gösterilen sahte yaşların gerçeği bir bir gözlerinden akarken başını aynaya yasladı ve ağlamaya devam etti.

Kapının kapanma sesini duydu. Aynanın soğuk yüzeyine temas eden elleri somut bile değildi. Neye dönüşmüştü böyle? Yere çöktü. "İşte yine yeniksin sen Seok Jin. İşte bir kez daha güvendin ve bir kez daha yeniksin. Annen gibi, baban gibi, arkadaşların gibi, lanet gibi Seok Jin. Bir zamanlar efendim dediğin lanet gibi..." "HAYIR!!!"

"HAYIR!!!"

Namjoon birden hızla doğruldu ve seslice yutkundu. Sadece bir kabus. Dedi. Evet. Sadece Seok Jin'in yerine geçtiği ve onun gibi hissettiği bir kabus. Sırtından ve alnından soğuk terlerin akışını hissetti. Saçlarını karıştırdı ve lavaboya gitti. Elini yüzünü yıkadıktan sonra biraz kendine gelebilmişti. Aşağı indi ve mutfaktan bir bardak su aldı. Masanın yanındaki sandalyelerden birine oturdu. Terazi dengesi. O da neydi? Niye böyle bir kabus görmüştü sanki?

Hala etkisinden çıkamadığı görüntülere karşılık gözlerini sımsıkı yumdu. Daha sonra göz yaşlarını sildi. Ne zaman ağladığının farkında bile değildi. Sanki o çaresizliği hissediyordu hala. Deli gibi çarpan kalbine karşılık durgundu düşünüyordu sadece gerçi düşünse neye ulaşacaktı?

"Nasıl bir belaya bulaştım ben böyle?"

Bela mıydı? Fırsat mı? Lanet mi? Şanssızlık mı? Şans mı? Neydi bu olanlar? Korku filmlerini aratmadığı kesindi. Bir yandan güzel olduğu da kesindi. Ama gerçekten neydi bu olanlar? Bu saatten sonra uyuyamayacağını biliyordu. Sandalyeden kalkıp kapının yanındaki pencereye gitti (artık bıktığımız için oraya ayna koymayayım dedim-aynalar illallah dedittirdi-)

Kasaba sessiz ve sakindi. Tabii onların yığınla derdi yoktu. Hayır kendinin de yığınla derdi yoktu. O sadece Seok Jin için endişeleniyordu (endişelenir tabii ilk görüşte aşık oldu resmen çocuk) ne diye kendisini oradan çıkarmasına izin vermiyordu sanki? Çıkış yolu en fazla ne kadar kötü olabilirdi? Kan mı akıtması gerekiyordu? Bir şeyler mi feda etmeliydi? Ruhuyla falan mı ödemesi gerekiyordu? Ya da...

"Hayır hayır hayır. Olmaz değil mi? Olmaz. Ö-öyle bir karşılık değil. (Arkasına döndükten sonra) Değil mi?"

Seok Jin'le göz göze geldi. Bir kaç saniye sonra gideceğini biliyordu. O hep gidiyordu. Ama şimdi gidemezdi. Öne atıldı

"Seok Jin! Bekle! Gidemezsin! Konuşmalıyız. Y-yani yani ben konuşmalıyım"

Anlamasını bekleyerek gözlerinin içine baktı. Seok Jin bir iki saniye gözlerini kapattı. Sanki bir şeye lanet eder gibiydi. Ona hayır diyememekten nefret ediyordu. Onu terk edememekten... Ama gitmedi. Orada durup Namjoon'un konuşmasını bekledi

"B-bir bir rüya gördüm, kabus. Kabus ve, ve senin yerindeydim. Evet... evet ben sendim. Dong Sun ve ben-sen vardınız ve ben- yani sen onu kurtarıyordun. Elini tutuyordun ve içeri çekildin b-bir bir şekilde... Terazi dengesi ne Seok Jin?"

Hayır hayır hayır. Öğrenmiş olamazdı. Değil mi? Öğrenemezdi. "Sakin ol Seok Jin bir şey olmayacak" dedi kendi kendine. Anlatırdı. Evet, yarın anlatırdı. Sonuçta kurcalamazdı değil mi? Ona güvenirdi... Değil mi? Seok Jin'in bir anda değişen davranışlarına baktı. Sorun neydi? Yanlış bir şey dememişti sonuçta. Yani bir anda sorusunu sormuştu. Cevap alamayacağını biliyordu ama neden böyle olmuştu?

"Sorun nedir Seok Jin?"

"Yok, sorun yok" dercesine başını salladı. Ona tedirgin bir şekilde gülümsedi. Kendisi insanların gülümsemesine kanardı. O da kanmalıydı. Anlayamıyordu. Sorun var gibiydi ama sanki olmadığını anlatıyordu. Var mıydı yok muydu? Yoksa bile niye endişelenmişti ki? "Sen cidden" dedi ve kayboldu. Bir şeyler söyleyip -Namjoon duymadı-duyamazdı-- ortadan kayboldu

"Ne dedim ki şimdi?"

The Cursed MirrorsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin