11

1.4K 109 41
                                    

The Rose - She's In The Rain

Keskin, mentollü bir koku ve dudaklarıma değen ıslak his ile gözlerim aralandı.

Bakışlarım yüzüme doğru eğilmiş, çatık kaşları ile dudaklarıma nemlendirici süren Jackson'ı bulduğunda refleks olarak gülümsedim. Bakışları birkaç saniye gülümsememde gezindi, ardından geri çekilip elindeki nemlendiriciyi yanındaki komodinin üstüne koydu ve, "Dudakların çok kuru görünüyordu." diye mırıldandı.

"Dudaklarıma mı bakıyordun?"

Birkaç saniye boş boş bana baktı, ardından cevap vermeden odadan çıktı. O çıktığında, ellerimden güç alarak doğrulduğumda her yerimin ağrıdığını fark ettim. Vücuduma giren sancılar ile yüzümü buruşturdum ve akan burnumu çekip yataktan kalktım.

Kalktığım an dönen başım ile yandaki komodine tutunmaya çalışırken su dolu bardak yere düştü ve sessiz evin içinde bir gürültü koptu.

Jackson kapıdan başını uzatıp baktığında bakışlarım onu buldu ve alt dudağımı ısırıp mahcup bir gülümsemeyle, "Özür dilerim, sanırım bardağını kırdım." diye mırıldandım.

Gözlerini devirip geri çekildi ve gözden kayboldu. O gittiğinde, eğilip yerdeki büyük parçaları toplamaya başladım. Birkaç dakika sonra elinde bir süpürge ve bir faraş ile odaya girdi.

"Sen kalk, ben hallederim."

Ona kısa bir bakış atıp tekrar elimdekilere odaklandım. "Ah, önemli değil. Bitiyor."

"Kalk dedim Hae Rin, bir yerini keseceksin."

Ona, o görmeden gözlerimi devirip yerdeki büyük kırıkları tamamen topladım ve doğrulup, elimdekileri faraşa koymadan önce ona göz kırptım, "Klişe kokan romantik bir dramada olsaydık, kesinlikle öyle olurdu."

Gözlerime baktı. Ardından buz gibi bir sesle, "Ama değiliz." diye karşılık verdi.

Bir an için her şey normalmiş gibi gelmişti fakat şimdi donuk bakışlarının hedefi olmak, neden burada olduğum gerçeğini hatırlatmıştı.

Omuzlarım düştü. Depoladığım enerjinin bedenimden çekildiğini hissettim. Arkamda duran siyah tekli koltuğa oturdum. Üstümdeki bana uzun sweatshirtün kollarını çekiştirip ellerimi içeri aldım ve açıkta duran bacaklarımı kendime çekip kollarımı da etrafına doladım. Bakışlarımı yerde kalan küçük cam parçalarını temizleyen Jackson'a çıkarttım.

Alnındaki küçük yara bandını, kolundaki büyük sargıyı ve ellerinin üstündeki yara izlerini yeni yeni görüyordum. Gözlerime dolan yaşlar ile göz kapaklarım kapandı. Ağlamak istemiyordum.

Ama ah... Canının yanıyor olması neden bu kadar canımı yakıyordu? Sadece fiziksel olarak yanan canı ile bu kadar acıyorsa canım, sancıyan ruhunun acısını düşünmek bile istemiyordum.

Gözlerimi açıp tekrar onu buldum.

Yere saçılmış suyu temizlerken, kaşları çatıktı fakat yüzü ifadesizdi. Tanıştığımız günden beri hayata hep alayla yaklaşmıştı fakat aslında saçma sapan espriler ve anlamsız gülüşler onun acı ve pişmanlıklarıyla kıvranan ruhunun maskesiydi.

Bir şeyleri alaya almadan nasıl davranacağını bilmiyor gibiydi.

Birkaç dakika boyunca gözümü bile kırpmadan onu izlemiştim. Öyle ki onun da bana diktiği bakışlarını fark etmem geç olmuştu. Gözgöze gelmenin etkisi ile kalbimden tüm vücuduma yayılan sıcak hisler yüzünden bakışlarımı kaçırıp bacaklarımı koltuktan indirdim ve ayağa kalktım.

Amnesia | Jackson WangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin