AHALİ - ON DOKUZUNCU BÖLÜM
# James Arthur - Impossible
Şebnem gülümsedi. ''Sana eşlik edebilir miyim?''
''Hayır,'' dedim beklemeden.
Beni duymazdan gelip barmeni yanına çağırdı ve eliyle bardağımı işaret etti. ''Onunkinin aynısından alacağım.''
Çalışan siparişini hazırlamaya başladığında tekrar bana döndü, dirseğini tezgaha, çenesini de avucuna yaslamıştı. ''Seninle burada karşılaşmak ne güzel.''
''Karşılaşmak mı?'' dedim kaşımı inanmazca yukarı kaldırarak. ''Tesadüfmüş gibi bahsetme. İkimiz de planlı olduğunu biliyoruz.''
''Hakan'ın aksine seni asla kandıramıyorum,'' dedi Şebnem sırıtarak. ''Tamam, kabul... Seni takip ettim.'' Tam o sırada barmen içkisini getirdiğinde bardağını havaya kaldırıp büyük bir yudum almadan önce şunları söyledi: ''Şerefine!''
İğrenerek yüzümü buruşturdum. ''Benim şerefime falan içme.''
İçeceğini masanın üzerine geri koydu. ''Kalbimi kırıyorsun,'' dedi elini göğsünün sol tarafına yerleştirerek.
Keyifsizce, alçak sesle güldüm. ''Bir kalbin varmış gibi konuştun.''
''Sanki senin varmış gibi konuştun,'' dedi Şebnem alaycı bir sesle.
Düşmanca gözlerle ona baktım. Bir yüreğim olmadığını yalanlayamazdım çünkü doğrulayacak birçok eylemde bulunmuştum. Ama böyle olmamın başlıca nedeni kendisiyken, karşıma geçip bana utanmazca kalpsiz demesi ona olan nefretimi kamçılıyordu.
Bir iki sözüyle beni etkileyebildiğini, duygularımı coşturabildiğini fark etmemesi için sakin kalmaya çalıştım. Derin bir nefes alıp verirken elimdeki bardağı sıkan parmaklarımı gevşettim. ''Niye buradasın?'' dedim uzatmadan.
''Seninle konuşmak istedim.''
''Ne diyeceksen de ve git.''
''Neden beni göndermek istiyorsun? Belli ki bir sıkıntın var. Bana anlatıp rahatlarsın işte, kötü mü olur?''
''Birincisi, bir derdim yok. İkincisi, olsa bile bu dünyada derdimi paylaşacağım son insan sen olurdun,'' dedim ters bir şekilde.
''Buna inanacağımı düşünmüyorsun, değil mi?'' Suratında güvenmeyen bir ifade şekillenmişti. ''Ben nasıl seni kandıramıyorsam, sen de beni kandıramazsın. Çünkü ikimiz de birbirimizi çok iyi tanıyoruz, en kötü yanlarımızı bile biliyoruz.''
''Ben seni tanıyorum, o doğru da... Sen beni? Eski beni belki biraz, şimdiki beni hiç...''
''Eskisini yenisini bilmem ama ben seni tanımıyorsam, hiç kimse tanımıyordur,'' dedi kendinden emin bir tavırla. ''Ne de olsa en utanç verici sırlarını sadece ben biliyorum... Mesela abinin sevgilisine aşık olduğunu...''
Kapanmayan yaralarım vardı. Kabuk tutmayan, ne zaman tutacak gibi olsa bir biçimde deşilen ve ilk günkü gibi kanayan yaralarım... Bu mezara götürmeyi arzuladığım sır, onlardan biri; hatta en derin olanıydı.
Canımı acıttığını gizlemek için olabildiğince duygusuz davrandım. ''Artık o rüyadan uyan kızım... Artık ne Hakan senin manitan, ne de ben sana aşığım,'' diye düzelttim. Ardından tıpkı bana yaptığı gibi onun yumuşak karnına vurdum. ''Söylesene, Hakan'la ilgili tüm planlarının suya düşmesi nasıl bir his? Çocuğu kafeslemek için o kadar çabaladın, kafesledin de... Gel gör ki kuş kafesten uçtu. Bütün uğraşlarının boşa gitmesi nasıl hissettiriyor? Eminim bok gibidir.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AHALİ (2. SEZON)
Teen FictionAleyna'nın amcasının evinde yarım kalan macera, Melis'in de aralarına katılmasıyla birlikte Çamkıran Üniversitesi'nde olanca hızıyla devam ediyor. Merakla beklenen sona yaklaşırken isyancı prenses Aleyna, dans partneri Hakan sayesinde mi yoksa zorba...