chapter 3 : clean of memories

867 149 25
                                    

Selin bendeki bütün fotoğraflarını götürmesine izin verdim
Su ciğerlerimi doldurdu, avazım çıktığı kadar çığlık attım
Ama kimse hiçbir şey duymadı

~•°•~•°••°•~•°•~

Hiç nefes alamıyormuş gibi oldunuz mu? Yakanıza yapışmış, ölmenizi istiyormuş gibi sıkıca sarmıştı ellerini boğazınıza, sevdiğiniz. İşte tam o an korktunuz mu? Ölecek olmaktan değil ama, sevdiğinizin sizi öldürmesinden korktunuz mu? Her şeyimi onun için vermeye hazırken o kendi elleriyle alıyordu son nefesimi. Ölmem onun için umrunda değilmiş gibi parmaklarını daha sıkı sarıyordu boğazıma. Ama nefessiz kaldığım halde ölmüyordum, ölemiyordum...

Ölüyormuş gibi hissedip aslında hiç ölememek... Ne berbat histi değil mi? Uzunca bir süre bu berbat hisse maruz kalmıştım. Ama artık temizlenme vaktiydi.

Ellerim arasında olan fotoğraflara gözlerim sulu bir şekilde bakmayı bırakıp hepsini bakır kasenin içine bıraktım. Fotoğrafların kenarları kırışmıştı çünkü acımı fotoğraflardan çıkarırcasına sıkmıştım ellerim arasındakileri. Eskitilmiş efektle çekilmiş fotoğraflar kasenin rengiyle garip bir uyum sağlıyordu. Kahverengi ve altın rengi renkler birbiriyle bütünleşmiş gibiydi. Ama ateş az sonra onların üzerine kırmızısını ekleyip onları siyaha dönüştürecekti.

Birkaç eski fotoğraflardan ibaretti vazgeçtiklerim. Onun vazgeçtiklerinin yanında hiçbir şeydi. Aşkından yanıp tutuştuğunu söylediği sevgilisinden vazgeçmişti o.
Benden vazgeçmişti.
Şimdi sıra bendeydi. Aşkımdan yanıp tutuştuğumu söylediğim sevgilimden vazgeçicektim. Tek fark o hiçbir şey hissetmemişken, ben, içim yana yana yapıcaktım bunu. İçimdeki ateşi söndürmek için büyük, kocaman bir ateş daha yakacaktım. Bütün ruhumu ateşe verecektim.

Kibrit kutusunun içinden aldığım kibrit tanesini kutunun kenarına hızlıca sürdüm. Ucu yanan kibrit gözlerimde can bulurken ruhum şimdiden tutuşmaya başlamıştı. Ateş, ince tahta parçasını yanarak yerken parmağıma acısını yaymıştı. Daha fazla beklemeyip kibriti fotoğrafların arasına attım. Ama ateş parmağımı yakıp fotoğrafları yakamamıştı. Kutudan yeni bir tane daha çıkarıp yaktım. Kolyeyi verdiği günkü fotoğrafı elime aldım. Onun elleri belimde, gülümsemem yüzümdeydi. Benden çaldığı gülümsemem.

Ateşi fotoğrafın ucuna tutup ateşe verdim, artık biz olmayan bizi. Fotoğrafı diğer fotoğrafların arasına attım. Ateş bütün fotoğrafları alevinde öldürürken ruhumda onlarla yandı. Gözyaşlarım yanağıma akın etmiş, dişlerim titrememeleri için dudaklarımı ısırmıştı. Ateş yandıkça büyümüş, dudaklarım hıçkırıklarımı gizleyememişti. Odayı yanan fotoğrafların çıtırtısı ve ağlama seslerim doldurmuştu. Duvarlara çarpıp geri dönen hıçkırıklarım beni boğmaya başlamıştı. Nefes almak için daha çok hıçkırarak ağladım ama kimse beni duymadı.

~•~

Kediyi yatağımın kenarına bırakıp eğildiğim yerden doğruldum. Küçük kediyi veterinere götürmüş, aşılarını yaptırmıştım. Neyseki herhangi bir sorunu yoktu, sağlıklıydı. Şimdilik tek eksiği bir ismi olmamasıydı. Onu da bir ara bulacaktım.

Montumu çıkarıp dolabıma astım. Bugün hava güzeldi. Güneş uzun zaman sonra sonunda bize gülümsemiş fakat sıcaklığını hissettirmemişti. Neyseki şubat bitiyor ve mart geliyordu. Bu lanet soğuktan kurtulacaktık. Şuanlık hayatımda sevineceğim tek şey buydu.

Odamdan çıkıp merdivenlerden aşağı indim. Bugün Jisoo ve Lisa gelecekti. O yüzden hizmetlilere yiyecek hazırlamalarını söylemiştim. Mutfağa girip masanın üzerindeki hazırlanmış yiyeceklere baktım. Oldukça fazla şey hazırlanmıştı. Bunları nasıl bitireceğimizi düşünürken Jisoo'nun bugün burada olacağını hatırlamıştım. Ona tek başına bunların hepsi yeterdi.

mistake Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin