chapter 23 : I'll tell you the truth but never goodbye

852 94 275
                                    

Benim aşkım yaşadığım şehirler kadar zalimdi
Herkes ışığın altında en kötü şekilde görünürdü.
Affı olmayan bir sürü çizgiyi aştım,
Sana gerçeği söyleyeceğim ama asla hoşçakal demeyeceğim.

~•°•~•°••°•~•°•~

Yara kabuklarını soymayı bırakmalıyım, dedim kendi kendime. Oluşan küçük zarı koparıp kanın tekrar tekrar akışını durdurmalıyım. Tuza batırılmış bir parmağın yarama dokunmasına izin vermemeliyim. Özellikle o parmak bana aitse..

Kafamın içinde uçan, sorunlarla gelen sorular büyük bir kasırga yaratarak aklımı bulandırıyordu. İçimde her şey o kadar birbirine girmişti ki, ne düşünmem gerektiğini, ne yapmam gerektiğini ya da ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Jungkook'un bana her şeyi anlatacağını düşünmeli miydim? Olurda her şeyi anlatırsa, onu affedebilir miydim? Ya da affetmeli miydim?
Kalbim ve aklım birbirine girmiş bir şekilde birbirlerine bağırıyordu. Gururumla bir olmuş aklım, 'onca yaşadıklarından sonra gurursuzca onu af mı edeceksin?' Diye çıkışırken, pek sesi çıkmayan kalbimse "Belki de gerçekten çok iyi bir sebebi vardır?" Diyordu.
Aklım daha ağır basıyordu. Ve içimde hala bir nefret kokusu gizlice geziniyordu. Rose'nin varlığını hatırlamam ise bu nefretin harlanmasına ve Jungkook'u affetmeme kararına adım adım yaklaştırıyordu beni. Ve şu aralar ciddi ciddi düşündüğüm bir şey varsa, o da burdan tek başıma çekip gitmekti. Bu aptal evlilik oyununa bir son verip belki Busan, belki Daegu'ya yerleşir, kendime yepyeni bir hayat kurardım. Geçmişimi ve kırgınlıklarımı arkamda bırakarak kaçardım burdan. Hem böylelikle zamanla onu da unuturdum. Başka biri ile tanışır, aşık olurdum.. kim bilir?
Ama neden bunu düşünmek canımı sıkıyordu?
Neden gitmek istemiyordum?

Yarım saattir aynı sayfa da gözlerimi gezdirdiğim ama aklımda uçuşanlar yüzünden okuyamadığım kitabın kapağını oflayarak kapattım ve onu önümdeki sehpanın üzerine bıraktım.

Sırtımı koltuğa yaslarken ellerimle şakaklarımı ovarak baş ağrımın geçmesini diliyordum. Bugün okula gitmediğim ve yorulmadığım halde başım niye ağrıyordu gerçekten bilmiyorum. Ama bu düşüncelerin, içimi daraltması gibi başıma da ağrıyı veren sebep olduklarını düşünüyorum. Evet, kesinlikle ağrılarımın sebebi tamamiyle onlardı.

Gözlerimi tavana dikip bir kere daha derin bir iç çektiğimde duyduğum ses başımın sağa doğru yatmasına, kapının hemen yanında duran ona doğru bakmama neden olmuştu.

"Bu kadar çok iç çekmen hiç normal değil." Küçük ellerini kot pantolonunun cebine sokarak yanıma adımlarken yaylanmış pozisyonumu hiç düzeltmeyip onun yanıma oturmasını bekledim.

"Can sıkıntısı buna sebep oluyor, Jimin."

Kaşlarını çatıp dudaklarını da büzdüğünde başı hafifçe bana doğru dönmüştü. "Ne yapmak istersin? İstersen birlikte dışarı çıkabiliriz."

Başımı olumsuzca sallayıp gözlerimi tekrar tavana çıkardım. "Hayır, canım bir şey yapmak istemiyor."

Biraz sonra o da beni taklit edip başını koltuğun arkasına yaslayıp gözlerini tavana dikmişti. "Canın hem sıkılıyor, hem de hiç bir şey yapmak istemiyor öyle mi?"

Dudaklarımı kenara doğru bükerek başımı hafifçe salladım. "Öyle."

Dudaklarından "hmm" diye ince bir nida dökülürken biraz sonra geriye yatırdığı başını bana doğru çevirip "Film izleyelim mi? Sonuçta sadece oturduğun yerden televizyona bakacaksın. Pek bir şey yapmış da sayılmazsın, ha?" Dedi.

mistake Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin