10 KASIM

716 40 7
                                    

06.07

Sabahın bu saatinde, alarmsız kalkmıştım. Bugün 10 Kasım'dı. Söylenmezdim bile. Çünkü bugün erken kalkmak benim görevimdi. Hızlıca duşa girip çıktım ve temiz formalarımı giydikten sonra, çantamı alıp, aşağı indim. Kahvaltımı da hızla hallettim. Bugüne olan tavrımı annem bildiğinden dolayı, ses etmiyordu. Okula gittiğimde, yavaş yavaş sıra olunuyordu.

Hızla koridora koşturup, edebiyat öğretmenini bularak, yazılı metnimi aldım. Güzel okuduğumu öne sürerek, bugün için, törende olmamı istemişti. Reddetmedim onu, benim için bir onurdu.

Törende görevli diğer öğrenciler gibi sıraya girdim. Ben, en son çıkacaktım.

09.05

Siren çalmaya başladığında, duruşumu düzeltip, mimiksiz bir şekilde tam karşıma baktım. Sıradaki bazı gereksizler, konuşup fısıldaşıp, gülerken, gerilen sinirlerime hakim olmaya çalıştım. Ulan, beynine süpürge soktuğum. Madem saygı duymayacaksın, işin ne bu törende? Yallah Arabistan'a. Bu ve bunun gibilerinden haz etmiyordum.

İstiklal Marşı da okunduktan sonra, sunucu olarak seçilen öğrenci, tek tek herkesi çağırmış, metinler ve şiirler okunmuştu. Son olarak beni anons edince, sakin adımlarla çıktım kürsüye. Kağıdı önüme koydum, hoş bakmayacaktım, çünkü ezberimdeydi.

Önce bayrağa baktım. Masmavi gökyüzünde, çok güzel dalgalanıyordu. Asla inmeyecekti gökyüzünden. İndirmeyecektim. İndirmeyecektik... Derin bir nefes alıp, önümde sıra olmuş kalabalığa baktım. Çoğunluğu pür dikkat bana baksa da, aralarında fısıldaşan bir kaç kişi görünce, sönen sinirim, tekrar alevlenmişti. Yumruklarımı sıkıp, derin bir nefes alıp verdim ve okumaya başladım;

Tükenir elbet,
Gökte yıldız, denizde kum tükenir.
Bu vatan, bu topraklar cömert.
Kutsal bir ateşim ki ben, sönmez.
İnanın, Mustafa Kemal'ler tükenmez.

Bir nefes daha alıp verdim. Gözlerimi kapattım yavaşça.

Ben de etten kemiktendim, elbet,
Ben de bir gün göçecektim, elbet.
İki Mustafa Kemal'im var, iyi bilin.
Ben işte o ikincisi, sonsuzlukta.
Ruh gibi bir şey, görünmez.
İnanın, Mustafa Kemal'ler tükenmez.

Yutkundum. Boğazımda bir yumru vardı, tüylerim diken diken olurken, inadına sesimi yükselttim.

Hep kardeşliğe, bolluğa giden yolda
Bilimin, yapıcılığın, aydınlığında
Güzel düşünceler, soyut fikirlerde ben.
Evrensel, yepyeni buluşlarda,
Geriliği kovmuşum ben, dönmez.
İnanın, Mustafa Kemal'ler tükenmez.

Gözlerimi araladım, mavi gözlerimden bir yaş süzüldü yanaklarıma, ıslaklık sayesinde anlamıştım. Umursamadım. Az öncekine nazaran, biraz daha yükselttim sesimi.

Başın mı dertte, beni hatırla.
Duy beni, en sıkıldığın an.
Baştan sona, her şeyiyle bu vatan,
Sakın ağlamasın kasımlarda.
Fatih'ler, Kanuni'ler ölmez.
İnanın, Mustafa Kemal'ler tükenmez!

Son cümlemde daha da bağırdım. Bir kaç saniyelik sessizlikten sonra, alkış tufanı koparken, akan yaşlarımı koluma silerek, koridora döndüm. Koridora giderken gördüğüm bir kaç öğretmenin, gözyaşlarıyla bana gülümsemeleri, benim de ufakça tebessüm etmeme sebep olmuştu.

" Bir adam düşünün.. Yaşamı boyunca tüm sevdiklerini, hangi yaşta olursa olsun, çocuk diye seslenen. Sözlüğünde, çocuğun anlamı sevgi olan.
Bir adam düşünün, bir hayale inanan.  Bütün dünyanın, asla kazanamazlar dediği savaşı, kendisine inananlarla, kahramanca kazanan!
Bir adam düşünün.. Savaş sonrasında, yaralar almış ülkeyi, ayağa kaldırma, hatta, onu en ileriye götürme hayali taşıyan. Bunun için yeni ve güçlü bir cumhuriyet kuran.
Bir adam düşünün.. Kurduğu Cumhuriyeti yükseltmek adına, önce çocuklar ve kadınlar için çalışan. Geleceği baştan yaratmak adına, önceliğini fen'e, bilim'e ve sanat'a veren.
İşte bu hayalperest adam, bir kere inanmıştı. Bir kere inandığı şeyler, mutlaka gerçekleşecekti. Bu hayalperest adam için, çocuklar değerliydi. Savaşın tüm acımasızlığına, küçücük yürekleriyle tanık olan, açlığı ve sefaleti yaşayan, çok sevdiği evlatları için çalışan bu lider, yetim ve öksüz çocuklarla ilgilendi. Başarılı öğrencilere burs verdi. Eğitim olanakları sağladı. Çünkü, çocuklarına güveniyordu! "

Hayal kurmayı sevmezdim, olmayacağından korkardım. Taa ki, Atatürk'ü tanıyana kadar. Hayal kurmayı, uğruna çabalamayı, kendime inanmayı, ve kurduğum hayale ulaşmayı ben ondan öğrenmiştim. Yeni nesiller, genel olarak sevilmezdi. Laf çarpıtılırdı. Ben de yeni nesil sayılırdım büyüklerime göre. Öyle ki, bir asalak çıkıp, videoda Atatürk'ü sevmiyorum diyebilecek beyinsizlikteydi. Birisi çıkıp, Atatürk büstüne, iğrenç şeyler yapabilecek aptallıktaydı. Birisi çıkıp, puta tapar gibi tapmayın, kurtardıysa kurtardı ülkeyi, abartmayın diyecek cahillikteydi. Bilmiyorlardı ki, o olmasaydı, değil bu ülkede yaşamak, nefes almak bile zor olurdu onlar için. Kim bilir hangi ülkenin sömürgesi olurduk, o olmasaydı. Ya da, gitmek için, uğruna her şeyimizi verdiğimiz Mekkeye, adımımızı atabilirmiydik ki? Dinimizi, özgürce savunabilir miydik? Sanmıyorum. O olmasaydı, olmazdı işte. Hem ne demişti Atatürk;

En büyük savaş, cahilliğe karşı yapılan savaştır.

Dimdik duracak, ve tüm bu cahillere karşı savaşacaktım, savaşacaktık. Ne kadar konuşurlarsa, o kadar susturacaktık.

Küçükken, ilkokulda, yağmurun altında, titreye titreye "Varlığım, Türk varlığına, armağan olsun! " derken hiç de şaka yapmıyorduk.

Biz, onun düşüncelerini benimserken, ne deniz mavisi gözlerine baktık, ne de altın sarısı saçlarına.. Biz onu, hiç görmeden sevdik. Bize bıraktığı bu ülkeyi, sonuna kadar da koruyacağız..

10.10

Sırada gördüğüm o fısıldaşıp, gülüşen çocukları görünce kaşınan elimi yumruk yaptım. Hızlı adımlarımı, öğretmenler odası yerine onlara çevirip, etrafta bir sürü öğretmen olmasını umursamadan, yumruk attım. Kızların çığlık attığını duyuyordum, ama gözüm dönmüştü. 3 çocuğu, deyimi yerindeyse, eşek sudan gelene kadar dövmüştüm. Öğretmenler bile, alamamıştı onları elimden. Üç öğretmen, sonunda beni onlardan ayırdığında, kızarak müdüre götürmüşlerdi. Burnumdan soluyarak girdim müdürün odasına. Öğretmenler, gördüğü kadarını müdüre anlatınca, müdür bana döndü.

"Bahadır, neden yaptın? Sicili gayet temiz bir öğrenciymişsin. Bu olay ne şimdi"

Sinirle güldüm, daha önce, bu konuda çok mevzuatım vardı, ama, kendimce haklıydım. Haklı olduğuma inandıkları için de, disipline gitmemiştim.

"Hocam, İstiklal marşı okunurken saygı duymayıp, sırada laga luga yapanlara, özenle hazırlanmış törende, zevzeklik yapanlara, kusura bakmayın benim gösteceğim bir müsamaha yok. Hadlerini bildirdim o kadar. Yine olsa, yine yaparım. Pişman değilim."

Ortama aniden gelen, şaşkınlık duygusunu görmezden geldim. Öğretmenlerle bakışan müdüre bakıyordum. Son cümlemi de ekledim.

"Bunun için ceza alacaksam razıyım. Sonuna kadar da giderim. Pişman değilim dediğim gibi. Ben, sadece hadlerini bildirdim."

Müdür, bana dönmüş bir süre suratıma bakmıştı, bir şeyi sorgular gibi.

"Pazartesi günü velin gelsin.. Gidebilirsin"

Sinirle tekrar güldüm, ayağa kalktım hızla.

"Tabiiki hocam, gururla."

-
-
-
-
-
-
-

İşte bu da, 10 Kasım'a özel bölüm olsun istedim. Çok konuşmama gerek yok, demek istediğim çoğu şeyi bölüm içinde söyledim.

Bir de, Bir adam düşünün adlı kısa metin, alıntı olduğu için tırnak içine aldım, başkası konuşuyormuş gibi olmasın, oralar da Bahadırın aklından geçenlerdi yani.
İyi günler..

Medya Mavi Gözlü Lider :)

Beni SevHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin