Cumartesi sabahı kapımı neredeyse kırarak içeri giren nazik annem yüzünden 7.34’te gözlerimi açmış ve yine 7.34’te gözlerimi kapatmak ve yatağımda kalmak için direnmeye başlamıştım.Ama annem yorganı hızla üstümden çekip aramızdaki yorgan savaşını başlatmıştı.Kazanacağımı zaten düşünmemiştim (eğer anneniz lisedeyken voleybol takımında oynamışsa kolları sizinkinden daha güçlü oluyordu) ama yine de denemeye değerdi.Annem hızla yorganı çekip “Kalk artık!”diye bağırdığında göz devirdim.
“Hayatını bu odada geçiremezsin herhalde,”dedi alayla.
“Aşağıda hafta sonu aile kahvaltımızı yapıyoruz,kaçırmak istemezsin.”
Ayaklarımı yataktan sarkıtırken “Artık bir Holden olmadığımı sanıyordum.Yani dün geceden sonra bu ailenin bir üyesi olduğumu düşünmek biraz tuhaf.”dedim.Annem kaşlarını çattı.
“Saçmalamayı kes.Biz seni düşündüğümüz için-“
“Evet,”diyerek sözünü keserken kollarımı iki yana açıp tekrar uzandım.
“Muhtemelen beni düşündüğünüz için dün akşam sorularınızla boğmaya çalıştınız.”
“Sorular seni boğmaz küçük inci.Ayrıca ne yaparsan yap,hatta istersen birini öldür,yine de bu aileden birisin.”
O gülerken ben de suratıma yapmacık bir gülümseme yerleştirdim.Yanıma gelip kollarımdan çekti ve tekrar oturur hale gelmemi sağladı.
“Tabii sen yine de kimseyi öldürme.”
“Anne!”diye sızlandığımda kahkaha attı.
Daha sonra tam gidecekken geri dönüp “Hemen hazırlanıp aşağı gel,saat 9.50’de çıkacağız.”dedi.
“Neden 10 değil de 9.50?”diye sordum gözlerimi kısarken.
“Çünkü ben öyle istiyorum.Hazırlanmaya başlasan iyi edersin.”
O odamdan çıkarken ben de kendimi tekrar yatağa attım ama bu kez uyumak için değil,düşünmek içindi.Ya da daha doğrusu düşünmemek için.Artık düşünmemem gerektiğini düşünüyordum ama bu denli felsefi boyutlarda gezmek yerine hazırlanmaya başlamalıydım ve öyle de yaptım.
x x x
Duştan çıktıktan sonra üstüme dalga resmi çizili ve üzerinde silik beyaz harflerle “Bir Dalga Yarat!” yazan mavi bir tişört giymiştim.Altımda da sıradan bir kot şort vardı.Saçlarımı at kuyruğu yapıp sıfır makyajla odamı terk ettiğimde saat 8.30 bile olmamıştı.
Mutfağa indiğimde sıradan bir Holden Ailesi Hafta Sonu manzarasıyla karşılaştım.Kahvaltı masası,annemin mutfakta bulduğu tüm sosis,yumurta ve yağlı ekmeklerle yaptığı ve gururla adını “Amelia’nın Özel Servisi-Yoktan Var Etme” verdiği yemeklerle doluydu.
Babam çoktan kahvaltı aşamasını geçmişti.Klasik spor kıyafetlerini giymiş,televizyonda HBO Sabah Haberleri’ni izlerken bir yandan da şekersiz kahvesini yudumluyordu.
Daniel mutfak ile salon arasındaki tahta tezgaha yaslanmış koca bir bardaktan süt içiyordu.Robin üzerindeki fosforlu yeşil bluzun üstüne annemin geçen yaz Sydney’den aldığı kırmızı ceketi giymeye çalışıyordu.Sath elindeki bilim dergisini okurken Mike da önündeki sosis yığını ile savaşıyordu.
Ben mutfak girişinde belirince babam dışındaki herkes dönüp tuhaf bakışlar attı ama aldırmadan masadaki yerimi aldım.
“Normal insanlar sabahları birbirlerine günaydın derler ve bu şekilde selamlaşırlar,Pearl.Biliyor muydun?”dedi Robin.
Tabağıma yağlı ekmek ve sosis doldururken Robin’e bakmıyordum.Ama cevap vermekten geri kalmamıştım.
“Ve normal insanlar fosforlu yeşil bir bluz üzerine kırmızı bir ceket giymezler,Robin.Ah,bir saniye aslında normal insanlar fosforlu yeşil renkte bir bluz bile giymezler.Ama senin bunu bilmediğinden eminim.”
“Buna Cosplay deniliyor seni aptal!”
“Ablana aptal deme Robin!Hemen özür dile!”
Annemin mutfaktan gelen uyarısından sonra Robin sızlandı.
“Hadi ama!Aramızda sadece iki yaş var ve ona aptal demek hakkım çünkü o benim kardeşim.”
Yapmacık bir gülümsemeyle birbirimize baktığımız sırada annem bu kez yanımıza gelip elindeki tabakları masaya bıraktı.
“Dylan!Robin ablasına aptal diyor ve özür dilememekte ısrarcı.”
Babam kolunu koltuğun başına atıp arkaya doğru bir bakış attı.
“Ah,bu evde bir yaptırım gücüm olduğunu sanmıyorum tatlım.”
Sıkıntıyla iç çektiğimde Daniel elini omzuma koyup sıvazladı.Annem Robin’e neden benden özür dilemesi gerektiğini anlatmaya çalışırken hiçbirine aldırmadan kızarmış ekmek ve peynirli kahvaltı sosu yedim.İki bardak Fairview marka portakal suyu ve şişenin dibini görene kadar da elma suyu içtim.
Kahvaltı aşamasından bir saat sonra yola çıktık.
Rengi,soluk maviye kaçan ve milattan önce dinazorlar ve hatta bilinmeyen yaratıklar tarafından yapılan arabamızın dışı rahatsız edici derecede eski,içi ise tuhaf derecede konforluydu.Tabii beş çocuklu bir aileye üye değilseniz.
Babam çoğu zaman hata yapan şoförlere küfür ederek büyük bir ustalıkla arabayı kullanırken,yanında oturan annem iş yeriyle ilgili bir şeyler anlatıyordu;babamın onu dinlemediğini hepimiz biliyorduk ama annem bunu umursamıyor gibiydi.
Daniel,Robin ve ben arkadaki üçlü koltuğa oturmuştuk.Mike ve Sath aramızda kalan ufak boşluklara ve bazen de kucağımıza oturuyordu.
İlkbaharda olmamıza rağmen Robin,kafasına aptal mor bir bere takmıştı.Aptal diyordum çünkü mor renkte olmasına rağmen üzerinde ‘Mor Bir Renk Değildir!’ yazıyordu.Yolculuğumuz başladığında beresini gözlerine ve hatta burnuna kadar çekip horlamaya başladı.
Daniel telefonunu elinden düşürmüyordu,Mike elindeki zeka küpünü çözmeye çalışırken Sath ona akıl veriyordu ve kısmen kavga halinde olsalar da ikisi de çoğunlukla gülüyordu.
Ve son olarak ben,cam kenarındaki koltuğa sinmiş,pencereden dışarıyı izleyip hayal kurarken bir yandan da müzik dinler halde yolculuğun en sessiz üyesiydim.Şu sıralar tek takılıyordum çünkü aşık olduğum en yakın arkadaşım artık aşık olduğum en yakın arkadaşım değil de aşık olduğum en uzak arkadaşım olmuştu.
İlkbaharın tadı tuzu olan o hafif esinti eşliğinde çiseleyen yağmur taneleri cama vururken ve arka fonda Ed Sheeran – All Of The Stars çalarken aklıma gelen ilk şey Luther olmuştu tabii ki.Luther yağmurdan nefret ederdi,sebebini asla öğrenememiştim.Ve buna inanılmaz bir tezat oluşturarak Larissa yağmuru severdi,kahvesini alıp cama koşardı;en azından Luther’ın bana anlattıklarından biliyordum.
Benim için yağmur yağıp yağmaması çok da dert değildi,sonuçta yanımda Luther olduğu sürece bana her gün güzeldi;ama bir anda bir ayrıntıyı atladığımı fark etmiştim.Luther şu an benden çok uzaktaydı,hem manevi hem de fiziki olarak.Bu nedenle minik yağmur taneleri bana kocaman kar toplarıymış gibi geldi bir anda.Hatta neredeyse bir tanesi arabanın tavanını delip kalbime saplanıyordu.
Derin bir nefes alarak babamın içtiği sigaranın tüm dumanını ciğerlerime ulaştırmış oldum.İki defa öksürdüm ve Daniel’ın mavi spor çantasının yan kılıfında duran şişeden su içtim.Daha sonra yol boyunca hiçbir heyecan olmadı.
x x x
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Tımarhaneden Yazıyorum..." #Wattys2018
ChickLit"Sanırım bu benim doğumumdan ölümüme kadar yaşadıklarım arasından,size anlatabileceğim en iyi beş yılım.Lise hayatında yaşadığım şeylerden rehabilitasyonda ve Newark'ta edindiğim tüm tecrübeler,kazalar,yalanlar,hisler,hüzünler ve kahkahalara kadar o...