14: Anne Lütfen Beni İçeri Al!

231 12 5
                                    

6

Acıyla gözlerini kırpıştırdı genç kadın. Elini kanadığını hissettiği kafasına götürmek istedi fakat bileklerini saran kelepçeler ona engel oldu.
Eski tip bir İngiliz taksisinin arka koltuğunda yattığını fark ettiğinde arabanın şoför koltuğunda oturan Moriarty'ye uyandığını belli etmemeye çalıştı. Fazla uzaklaşmadıklarını düşündü çünkü gittikleri yol hâlâ tanıdık geliyordu. Dışarıyı göremiyordu ama bu yolculuğun her bir dakikasını daha önce yaşamış gibiydi. Sanki daha önce gittiği bir yere götürüyordu canavar onu. Bir şey yapacak gücü olmadığını hissettiğinde gözlerini tekrar kapattı Alex...

*

Bu sefer koyu kahverengi gözlerini gıdıklayan loş ışığın etkisiyle uyandığında bodrum gibi bir yerde olduğunu fark etti. Kullanılmayan üzeri örtülü eşyaları inceledikten sonra havalandırmadan sızan sınırlı güneş ışığından havanın yakında kararacağını anladı. Bu pis bodrumdan çıkmak istercesine hareket etmeye çalıştı fakat kollarının duvara sabitlendiğini fark edince çaresizliği sonuna kadar hissetti genç kadın. Buradan kurtulmaya çalışırken çıkarttığı sesleri duyan Moriarty içeri girdi yavaş adımlarla.
"Demek uyanmışsın sevgili Alex..."
Gülerek devam etti.
"Bu kadar uzun süre uyanmayınca seni öldürdüğümü sandım!.."
Kadına daha çok yaklaştı ve ellerini Alex'in iki yanına koydu. Nefesleri birbirine karışacak kadar yakındılar artık.
"Bunu hiç istemem doğrusu... Bu oyun için oldukça uğraştım..."
Adamın söylediklerini anlayamamıştı genç kadın. Her şeyin ona hâlâ bir oyun gibi gelmesi ise midesini bulandırmıştı. Yüzünü canavardan kaçırmak için sağa döndüğünde üzeri örtülü eşyaların arasından görünen bir ansiklopedi dikkatini dağıttı. Sert kapaklı bu kalın kitabın üzerini okuduğunda kafasında bazı şeyler netleşmişti. Bu kitap astronomi bilimiyle ilgiliydi. Tüm o tanıdık yolu düşündü sonra. Burası Kraliyet Rasathanesi'ydi...

*

Oldukça endişeli bir şekilde merdivenleri çıktı doktor elindeki gümüş yüzükle birlikte. Tüm o olanlara ve Mycroft'un anlattıklarına rağmen Alex'e hâlâ güveniyordu ve konuşmak için evine gitmişti. Ancak açık bir kapı ve yerdeki yüzükten başka bir şey bulamayınca telaşla geri dönmüştü. İçeri girdiğinde Sherlock'un bilgisayarıyla uğraştığını gördü.
"Sherlock?"
Genç adam cevap vermeyince yanına yaklaştı ve elindeki yüzüğü sertçe masaya bıraktı. Dedektif mavi gözlerini açıklama beklercesine John'a dikti.
"Alex'in evine gittim ve kapı açıktı Sherlock... Yüzüğünü buldum... Bu eski şeyi hiç çıkarmadığını sen söylemiştin..."
Sherlock ne yapacağını ve ne düşüneceğini bilemez bir hâlde ayağa kalktı ve odanın içinde dönmeye başladı. Artık onu istemiyordu... Peki neydi öyleyse kalbini böylesine sıkıştıran duygu? Doğru düşünmesini engelleyen, aklını kaçırıyor gibi hissetmesine sebep olan... Düşünceleriyle boğuşurken bilgisayardan gelen mesaj sesiyle irkildi.
"Sherlock... Bence bunu görmelisin..." dedi doktor bilgisayarı genç adama doğru çevirirken.
Açılan videoyla Moriarty'nin sesi odayı doldurmaya başladı.
"Ah, Sherlock... Sherlock, Sherlock, Sherlock..."
İki adam tek bir kelime etmeden videoyu  izlemeye başladı.
"Anneciğin sana insanlara güvenmeyi öğretmedi mi hiç?"
Devam etti.
"Büyük Holmes'u kandırmak kolay oldu. Birkaç sahte kanıtla Alex'in bana çalıştığına hemen inandı zavallıcık... Bilemiyorum, belki de buna inanmak istiyordu..."
Güldü sonra.
"Ama sen... Sen Sherlock... Tam bir hayal kırıklığısın... Alex'i dinlemedin bile..."
Elindeki kamerayla kolları bağlı kadına yaklaştı.
Sherlock, Alex'in kafasının kanadığını ve gözlerinin dolmuş olduğunu gördüğünde hızla çarpan kalbine engel olamadı. Adam elini genç kadının bedeni üzerinde gezdirdi. Derin bir soluk aldı ve devam etti konuşmaya.
"İtiraf etmeliyim ki bunu özlemişim..."
Elini Alex'in göğüsleri üzerinde gezdirirken alaycı bir şekilde güldü.
"Ah, Sherlock... İkimizin de bekâretini aynı kadına kaybetmiş olması sence de biraz komik değil mi?"
Kadın kurtulmak için çırpınırken boynundan elmacık kemiklerine kadar yavaşça yaladı onu Moriarty.
"Senin de söylemek istediğin bir şeyler var mı Al?"
Gülmüştü yeniden. Genç kadın, yaşlı gözlerle canavarın elindeki kameraya baktı ve dudakları titrerken konuşmaya başladı.
"Seni seviyorum Sherlock..."
Öleceğinden o kadar emindi ki bunu söylerken Alex... Moriarty bir kahkaha attı.
"Ah, ne kadar da romantik... Bu kız beni güldürmeyi her zaman başarıyor doğrusu!.."
Daha sonra sesi birden ciddileşti.
"Bence acele etsen iyi olur dedektif... Sevgilini incitmemi istemezsin herhâlde..."
Karşı koymaya çalışan kadının elmacık kemiklerine yöneldi yine ve çillerinin daha yoğun olduğu noktaya bir öpücük kondurdu. Böylece video sona erdi.
Dedektif için zaman birkaç kat yavaşlamış gibiydi. Tam o anda hafıza sarayı devreye girdi.
Kanepeye uzanmış bir şekilde kitap okurkenki hâllerini izliyordu odanın köşesinden. Gülüşmelerini duyar gibi oldu. Birden kanepedeki Sherlock odanın ucundaki Sherlock ile konuşmaya başladı.
"Şimdi ne yapacaksın? Alex'in nerede olduğunu bile bilmiyorsun..."
Genç adam cevap verdi.
"Bodrum... Bodrum gibi tozlarla kaplı bir yerdeydi. Ve havalandırmadan sızdığını tahmin ettiğim güneş ışığının odayı aydınlatma açısını düşünürsek..."
Sesi birden Mycroft'unkiyle bölündü.
"Ah, küçük kardeşim... Yine ayrıntılarda boğuluyorsun."
Masasından dedektife aşağılayıcı bakışlar atıyordu kızıl saçlı adam.
"Alex'in ortalamanın üzerinde bir zekaya sahip olduğunu biliyorsun. Sana verdiği ipucunu göremiyor musun?"
Kendini birden o gecedeki yıldızlı gökyüzünün altında bulan Sherlock tekrar etti.
"İpucu, ipucu... Seni seviyorum..."
Hızlı adımlarla kendini hafıza sarayından dışarı attı genç adam. Görüntü ve ses onun için tekrar netleştiğinde kendisini sarsan ufak tefek adamın dediklerini duymaya başladı.
"Sherlock? Sherlock? Şimdi ne yapacağız?.. Sherlock..."
"Kraliyet Rasathanesi... Oraya gitmeliyiz."

Daha Az Sosyopat HolmesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin