9: Seni...

247 16 3
                                    

10

Uyanmıştı fakat tekrar uyuyabilmek adına sıkıca kapattı gözlerini. O güne uyanmak istemiyordu çünkü kadın... Karanlığa kavuşan koyu kahverengi gözleri inatla tekrar aydınlığı arayınca Alex de direnmeyi bıraktı en sonunda. Ve yavaşça göz kapaklarını araladı. Kafasını hafifçe sola çevirdiğinde dedektifin yatakta doğrulmuş bir şekilde bir şeyler okuduğunu fark etti. Durgun bir deniz maviliğindeki gözleri hızla sayfalar üzerinde geziniyordu. Genç kadın kollarını biraz ilgi beklercesine adamın beline doladı.
"Ne okuyorsun?"
Kafasını kaldırmadan sormuştu bunu.
"Astronomi kitabını..."
Kahverengi gözlerin sahibi oldukça şaşırdı. John'un blogunda okudukları aklına gelince yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yayıldı.
"Zavallı Plüton'u gerçekten de gezegenlikten çıkartmışlar mı? Çok acımasızca..."
Alex bir kahkaha attı.
"Ah, Sherlock..."
Kadını güldürmek hoşuna gitmişti Sherlock'un. Küçük bir tebessüm etti böylece. Genç kadın yavaşça doğruldu sonra ve ayağa kalkıp banyoya doğru ilerledi. Uzun bir zaman sonra ilk defa doğum gününü yalnız geçirmeyecekti... Dedektifin yanında olmasına sevindi.

*

Islak saçlarını savurarak aynaya baktı bir çift kahverenginin sahibi. Yüzünde ağlamaklı bir ifade vardı.
"Hayır... Bugün ağlamak yok..." dedi kendi kendine ve yavaş adımlarla banyodan dışarı çıktı moralsiz görünmemeye çalışarak.

*

Güneş son ışıklarıyla Londra'yı kucakladı ve karanlık ağır ağır çökmeye başladı. Havanın kararmasıyla yine o his ortaya çıktı kadının kırık kalbinde. Omuzlarına çöken çaresizliğe aldırış etmemeye çalışarak pencereden dışarı baktı bir süre.
"Alex?"
Doktorun sesini hemen arkasında hissettiğinde konuşmak istedi genç kadın ama sanki kelimeler boğazına yapışıyordu.
"Ben... Benim gitmem gerek... Sonra tekrar geleceğim..." dedi ve hızla üzerine bir şeyler giyerek John ve Sherlock'un şaşkın bakışları arasında dışarı çıktı. Ufak tefek adam kafasını iki yana salladı. 
"Bence yine o bara gidiyor..."
"Sanmam, o günkü bar seçimi ve karşılaşmanız tamamen tesadüftü bence. Evren bazen tembellik edebiliyor ne de olsa..."
Kısa bir nefes arasından sonra devam etti genç adam.
"Gözlemevine gidiyor... Senden küçük bir iyilik isteyebilir miyim John?.."

*

Hallelujah • John Cale

Sıcak nefesi soğuk havada yayılırken yavaş adımlarla hareket etti genç kadın. Bu saatlerde Kraliyet Rasathanesi kapalı olurdu hep. Ama Alex her seferinde içeri girmenin bir yolunu buluyordu. Yakalanmamaya çalışarak balkona çıktı. Öyle güzel konumlandırılmıştı ki bu tarihî yapı, bir teleskoba ihtiyaç duymuyordu buradan yıldızlara bakarken. Kollarını balkonun korkuluklarına dayadı böylece. İç çekti sonra. Bu evrene dair en sevdiğim şey yıldızlar sanırım diye düşündü gözlerini her birinin üzerinde gezdirirken. Gökyüzüne saçılmış bu irili ufaklı parlaklıklar geçmişten eski birer ahbap gibiydiler onun için...
"Haklıydın, gerçekten de güzeller..."
Arkasından gelen tanıdık bir sesle irkilen kadın korkuyla o tarafa döndüğünde bir çift maviyle karşılaştı.
"Beni korkuttun Sherlock..."
Genç adam kahverengilerin sahibine doğru yaklaştı ve daima soğuk olan ellerine uzandı.
"Burada böyle yalnız olmana gerek yok Alex..."
Genç kadın gözlerini kaçırdı ve konuyu değiştirmek istercesine sordu.
"Nereden bildin burada olacağımı dedektif?"
Sherlock gülümsedi.
"Bence sorunu kendin cevapladın zaten. Dedektif..."
Son kelimeyi onun gibi söylemeye çalışmıştı.
Tekrar konuşmaya başladı Alex'in gözlerindeki derin kahverengilikten kendi gözlerini ayırmamaya çalışarak.
"Seni tanıyorum... Düşündüklerini, hissettiklerini biliyorum..."
"Beni tanımıyorsun Sherlock... Neden kaçtığımı bilmiyorsun... Bu gün neden hep ölmeyi dilediğimi..."
"Biliyorum Alex... Bugün senin doğum günün... Biliyorum..."
Kadın ellerini adamınkilerinin arasından kurtardı.
"Nereden biliyorsun bunu sen?" diye sordu onun daha fazlasını bilmemesini umut ederek.
"Bir sene önce bugün sarhoş olduğunda John'a söylemişsin..."
Devam etti dedektif.
"Ve lütfen... Gözlerimin o kadar güzel olduğunu sanmıyorum..."
Hatırlar gibi olunca gülümsedi genç kadın istemeden. Biraz yumuşadığını hissettiği Alex'e doğru bir adım attı Sherlock. Sonra bir adım daha...
Bu, mavi gözlü adama çatıda geçirdikleri o dakikaları hatırlatmıştı. Yavaşça eğildi ve kadının elmacık kemiklerinin üzerine bir öpücük kondurdu. Sanki yine durdu zaman o an. Durdu tüm dünya... Usulca yayılan bir müzik sesi aralarındaki sessizliği alıp götürdüğünde Alex sorgularcasına baktı genç adama.
"Tanrım... Tüm bunları tek başına mı planladın dedektif?"
"John'dan biraz yardım almış olabilirim."
Gülüştüler. Sonra Sherlock elini genç kadına doğru uzattı yüzündeki çarpık gülümsemeyle.
"Ah, Sherlock... Ben dans etmeyi bilmiyorum..."
"Hadi, çok kolay!.. John'a bile öğrettim..."
Kadın güldü göğüs kafesini hızlı atışlarıyla gıdıklarken kalbi. Yavaşça buluştu elleri sonra. Alex elini adamın omzuna yerleştirmişti. Dedektif ise yumuşakça genç kadının beline... O an için tüm evren, tüm yıldızlar onları izliyor gibiydi...
Kısa bir süre sonra kahverengi gözlerin sahibi kendini Sherlock'un ritmine kaptırdı. İstemeden gözleri dolmuştu. Yüzüne yerleştirdiği ufak bir tebessümle sordu adam.
"Neden ağlıyorsun?"
"Ağlamıyorum... Bu aptal gözyaşları soğuk yüzünden akmış olmalı..."
"Lütfen... Senin bir kere bile soğuktan etkilendiğini görmedim... Kötü bir yalancısın..."
Güldü Alex gözyaşları tenini ıslatırken. Fısıldayarak konuşmaya başladı sonra.
"Sherlock... Seni... B-ben seni..."
"Biliyorum Bayan Wilde... Söylemek zorunda değilsiniz..."
Genç kadın yüzünü dedektifin göğsüne doğru bastırdı. Zaman gezegenlerin yarattığı bir müzik gibi aralarından akarken ritme ayak uydurmaya çalışarak devam ettiler dans etmeye...

*

Daha Az Sosyopat HolmesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin