Of hikaye askıda falan değil artık. Burada kafamı dağıtıyorum en azından. Yani kaldığımız yerden devam. Hızımı alamadım bir de yeni bir texting yazmaya başladım.
Savaşmadan Ölemem, ilk bölümü yayımladım. Dram kokan, kendimden esinlendiği bi texting. Bekliyorum :*
••
Yeni yılın gelişi, buralarda daha uzun soluklu oluyordu. Caddeler kalabalıktı. İnsanlar hep birlikteydi, sürekli gülüyorlardı. Bu uzun soluklu kutlamanın bana tek getirisi, uzun bir tatildi. Bu tatilin bana getirisi ise, Arslan'dı.İki haftaya yakın bir süre geçmişti kendi sözümü anında çiğneyişimden bu yana. Gecesine kendi kendime söz vermiş, iki gün sonrasında çiğnemiştim bu sözü. Ben asla akıllanmayacaktım.
Bir yanım öyle mutluydu ki bu durumdan. Yalnız kalmayacağım için, yalnız olmaktan nefret ettiği için. Fakat bir diğer yanım Arslan'dan uzağa çekiyordu beni.
Sen buraya bunun için gelmedin mi? Diye hatırlatıyordu bana. Yalnız bir hayat sürmek için yanında kalan son insanları da çıkarmadın mı hayatından?
Çıkardım, buraya geldim. Hiçbir şey hayal ettiğim gibi gitmedi neticesinde. Ben düşünmüştüm ki her şeyden uzaklaşırsam iyi olurum. Kendi kendime yeterim. Fakat ben bir buçuk sene sürecek bir depresyonun kucağına attım kendimi. Artık bir şeylerin farkına vardığımda ise Arslan çıktı karşıma. Çıkmaması gerektiği halde.
Yeni evimin salonunda büyük bir cam vardı. Onun önüne beğendiğim bir koltuğu yerleştirdim ki, bir şekilde güzel görünen beton manzarayı izlerken daha rahat olayım diye. Yeni yıl için her karışı süslenmiş şehri izlerken uyuyakalabileyim diye.
Koltuğun başlığında duran telefonumun ekranını aydınlattım. 22.15. Kalan zamanı hesaplamadım bile. Gerisin geri tekrar kilitledim ekranı. Yalnız olmam gerektiğini savunan yanım Arslan'a gidebilme ihtimali olan tek mesajı yollamama da izin vermiyordu bana.
Bir önceki yılbaşını düşündüm. Perdelerini dahi açmadığım o otel odasında yalnızdım. Sanırım o günün bu günle olan tek ortak yanıydı bu. Kimseden haberim yoktu. Dışarda ne oluyordu, umurumda değildi. Bugün ise buradaydım. Yeni bir evim vardı, yine yanımda kimse yoktu.
Gözlerimi kapattım, alacalı beton manzaraya karşı. Aynı anda, kapım çaldı. Benim kapım çalmazdı. Bu eve bir tek anahtarla girilirdi ve o anahtardan sadece bir tane vardı.
Zilin sesi beni irkiltti. Fakat aynı anda da kalktım koltuktan. Koşar adım kapıya vardım. Kim olduğuna bile bakmadan açtım kapıyı. İşte bu, asla beklemediğim bir şeyi.
"Arslan?" Başı yere eğik adam, kapıyı açışınla kaldırdı yüzünü ve şaşkınlık içindeki suratımda gezdirdi gözlerini.
"Merhaba," dedi. Kendinden emin bir gülümseme vardı yüzünde. Kravatı gevşetilmiş, beyaz gömleğinin birkaç düğmesi açıktı. Ceketi üzerinde eğreti duruyordu. Selamını alamadım. Çünkü üzerimde onu hem ilk defa görüşümün, hem de onu burada beklemeyişimin şaşkınlığı vardı.
"Haber vermeden geldiğim için kusura bakma." Bakışlarındaki ışıltı söner gibi oldu ve tepkilerimi yanlış yorumladığını anladım. Bu yüzden boğazımı temizledim ve geri çekildim.
"Önemi yok, içeri geç lütfen. Asıl sen kusuruma bakma, seni beklemiyordum." Kimseyi beklemiyordum.
Arslan, önümden geçerken derin bir nefes aldım. Zaten küçük olan dairede, salonun yerini ben müdahale etmeden buldu. Arslan, benim az önce oturup, düşüncelerimle kendimi bitirdiğim koltuğa oturdu.
"Ben sana yazacaktım." Dedim. Sesim titredi, bu yüzden tekrar boğazımı temizleme gereği duydum.
"Yazacaktın," dedi devamını beklediğini belli ederek.
"Yazacaktım ama daha iki saat var diye," saçmaladığını fark ettiğim an, kendi kendine kesildi sesim.
"Kararını verdin yani." Tekli koltuğa ilerleyip, oturdum.
"Vermedim. Yani, kararsızım."
"Tahmin edebiliyorum," gözlerini salonumda gezdirdi. "Kararını etkilemek için geldim,"
"Benim kararımı etkilemek için mi programını ektin." Dedim kıyafetlerinden yola çıkarak.
"Program? Mühim olmayan bir kutlama yemeği yerine senin yanında bulunmak istedim." Utandığımı hissettim. Alelacele yerimden kalktım. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum üstelik.
"Sormayı unuttum, bir şeyler içer miydin?" Girdiğim hali toparlamak adına mutfağa doğru birkaç adım attım.
"Hiçbir şey istemiyorum." O da ayağa kalktı, ben daha da gerildim.
Bana yaklaştı, adımları güçlü fakat yavaştı. Aramızda bir adımlık mesafe kaldığında, durdu. Sol eli, sağ elime uzandı,
"Gerildin," Tuttuğu elimi kendine doğru çekti ve beni az önce oturduğu yere oturttu. "Sana hiçbir şey için kendini zorunda hissetme demiştim. Hala söylüyorum. Sadece konuşacağız. Gecenin sonunda kalmamı istemezsen, gideceğim."
Elimi hala tutuyor olması, kurduğu cümlelerle beraber gerginliğimi daha da katlıyordu. Ben yine de elimi çekmedim. O da bunu fark etmedi.
"Bana soru sormaya devam et." Dedi gülümseyerek. Kaşlarımı çattım.
"Sana sormak istediğim her şeyi zaten sordum."
"Ben sorayım o zaman."
"Hakkımda her şeyi bildiğini söylemiştin."
"Biliyorum, doğru. Fakat bir kez de senden duymak hoş olabilir." Yüzüne bakakaldım.
"Cevap vermediğine göre, soruyorum. Neden tüm haklarını ablana sattın?" Sorduğu soruyla, kaşlarım çatıldı. Bunu nereden bildiğini sormadım bile. Yine de cevapladım.
"O bunu çok istedi. Benimle bunun için savaştı. Bunu cevapladım ama lütfen bana bunun türevlerini sorma." Konuşmasına izin vermeden, tekrar atladım.
"Ablamla yakın mıydınız? Onun arkadaşı yoktur ama yine de soracağım. Onun arkadaşı mıydın?" Arslan'ın bakışları değişti. İfadesi gerildi.
"Kısmen."
"Kısmen mi? Biriyle ya arkadaşsınızdır ya da değilsinizdir. Bunun ortası olmaz."
"Arkadaştık."
"Buna şaşırdım." Arslan, yerinde kıpırdandı ve bana daha önce kimsenin sokmadığı soruları sordu. En sevdiğim yemek, en sevdiğim renk... Biz o koltukta, o şekilde kaç saat konuştuk bilmiyorum. Fakat, eğlenmiştim. Eğlenmiştim ve saate baktığımda gece yarısına ne zaman dört dakika kaldığını fark edememiştim.
"Son dört." Dedim, telefondan yüzümü kaldırıp Arslan'a bakarken. Arslan, oturduğu yerde bana biraz daha yaklaştı.
"Pekala, artık bir karar vermelisin." Yutkundum. Bu anın gelmesini istemiyordum. Ben kararımı vermiştim fakat bunun ilerisini kestiremiyordum.
"Anlaşılan, bir karara varmışsın." Dedi. Sesi düşmüştü, yüz ifademden her ne çıkardıysa.
"Verdim." Dedim. Derin bir nefesi aynı anda içime çektim. Gözlerine baktım. Onun gözlerinde, beklentiyi gördüm fakat sanki 'olmayacağını' biliyormuş gibi bir sıradanlık da vardı.
"Yanımda kal." Tuttuğu elimi sıktı. "Ve buna beni sakın pişman etme." dedim ve ekledim. "Lütfen."
Arslan, birkaç saniye yüzüme baktı, o sırada büyük camdan, patlayan havai fişeklerin Kızıldemir ışıkları yansıdı yüzüne. Tepkilerini an be an izledim. Önce ifadesi düzleşti. Söylediklerimi kavradığındaysa, yüzü tekrar aydınlandı.
Bir şey söyleyecekti. Buna yeltendiğinde, onu telefonumdan gelen yüksek sesli bildirim durdurdu. İkimizin de istemsizce gözleri koltuğun başlığındaki telefonuma kayarken, Arslan, yavaşça tuttuğu elimi bıraktı.
05***: İnci, ben Fatih. Konuşmalıyız.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
cruel +18 | texting
General Fiction••• Fatih Erdener: bu gece boş musun İnci: sana da günaydın fatih Fatih Erdener: bu gece bana gel ya da ben sana geleyim İnci: nasıl olalım yuvarlanıp gidiyoruz işte, sen? Fatih Erdener: inci beni yorma Fatih Erdener: kendimi iyi hissetmiyorum ...