Kendime geldiğimde salonumdaki üçlü koltukta yatıyordum. Boynum ağrımıştı, doğrulmaya çalışırken sağ tarafta keskin bir acı hissettim. Sol tarafımdaki tekli koltukta başını yumruk yaptığı eline yaslamış, bir bacağını erkeksi bir duruşla dizinin üstüne atmış ifadesizce bana bakan Vural'ı gördüm. Doğru ya, beni buraya taşımıştı, sonuçta o benim gibi çocuk değildi. Gözlerimi üstünden ayırmadım, o da inatla bana bakmaya devam etti. Gerçi henüz beni görüp görmediğinden emin değildim. Boş bakıyordu. Kısık sesimle "Teşekkür ederim." dedim. Cevabı koca bir sessizlik oldu. Beni kapının önünde bırakıp gidebilirdi ama bunun yerine beni içeri taşımış ve şimdiye kadar beklemişti. Ona minnettardım ama öfkem de geçmemişti. Özelime karışarak büyük bir hata yapmıştı. Bir şey söylemeden kalkıp mutfağa gittim. İkimize de birer kahve alarak tekrar salona döndüm. Hasta hissediyor olmam gerekmiyor muydu benim? Ne kadar da dinçtim oysaki. O fotoğraf, dün akşam ki kutu, telefon, bayılmam. Şuan kafamın için bomboştu. Önce belirsiz bir geleceğe, sonra 10 yıl öncesine, sonra da şimdiye yolculuk yaptıktan sonra bu derece sakin olmak benim gibi bozuk ruhlu birine özgü bir durumdu herhalde. Kupayı oturduğu koltuğun koluna koyup ben de üçlü koltuğun kenarına sindim. "İyi misin? Hastaneye götürmeye gerek duymadım ama iyi değilsen gidelim?" Ne kadar da düşünceli bir komşum varmış. Bayılıktan, ayıldıktan, hatta önüne kahve koyduktan sonra beni hastaneye götürmeyi teklif ediyordu. "İyiyim." "Söylemek istediklerini söyle. Sonra ben konuşacağım. Bu akşam benim soru sorma sıram." Soru sorma sırası? Böyle bir sıra yoktu ki. Ona güvenmemi istediği için sorular sormama izin vermişti ve bitmişti. Bana soru soracağı kısımdan hiç haberim yoktu. "Ne söylemem gerekiyor?" "Telefonunu aldığım için kızman gerekiyor şuan." "Ah evet, o konu. " sustum. Söylemek isteyeceğim her şeyi zaten söylemiştim. "Seni polise vermeyeceğim, ama bu, yaptığını tekrarlayabileceğin anlamına gelmiyor." "Bu kadar mı?" Neden bu kadar sakindi? Korkmaya başlıyordum. "Bu kadar.. Yani sanırım." "Öyleyse sıra bende. Sorduğum şeylere mümkünse doğru ve açık cevaplar ver. Kovalamaca oynamaktan sıkıldım." Hayır dersem ne derdi acaba? Bir şey söylemedim. "Dün geceki olay neydi?" "Sıradaki." "Soru geçme şansın olduğunu söylediğimi hatırlamıyorum." O kadar da değil. "Sıradaki." Derince iç çekti. " Sana o kutuyu yollamış olabilecek hiç kimseyi biliyor musun?" Biraz düşündüm. "Hayır, o iğneyi bilebilecek insan sayısı bile çok az." "Peki.. Safa. Neden ayrıldınız? Neden yanında değil? Tüm gençliğini ona vermişsin? Şimdi neden yok?" Yeni bilgilerle karşıma çıkıyordu. Tüm gençliğimi Safa'yla geçirdiğimi bildiğini bilmiyordum. Kalbimdeki kıymığı biraz daha derine batırdım kendi kelimelerimle. "Öldü." "Bu yüzden miydi?" Güneşin ağırlığını bulmuş gibi bir ifade belirdi yüzünde. Bu kadar basit bir denklemi hala çözememiş olması beni dehşete düşürdü. Bazen çok zekiydi ama gözünün önünde olanı göremiyordu akılsız. "Yanında hiç erkek olmaması bu yüzden miydi?" Başımla onayladım. "Nasıl öldü?" "Sıradaki." Ağzını açtı ama itiraf ettiğim şeyin büyüklüğüne o da emin olmuş olacak ki tekrar kapattı ağzını. Sonra yeni sorusuyla karşılaştım. "Annen ve baban? Nerdeler?" Güzel soru. "Babam ben çok küçükken ölmüş. Annem Almanya da ama fazla iyi değiliz. Klasik anne kız ilişkileri bizde sadece selamlaşmaya dönüşüyor. " "Peki. Yalnız yaşamaktan korkmuyor musun?" Yüz ifadesiyle beraber soruları da yumuşamıştı. Kapının önünde telefonumla ilgili soru sorarken yüzünde gördüğüm nefretin yerini merak almıştı. "Hayır." "Neden? Takip ediliyorsun, biri içeri girip seni kolayca öldürebilir." Yarım ağız gülümsedim. "Bunun için ona teşekkür ederdim." "Ölmek mi istiyorsun yani?" Tekrar gülümsedim. Acı bir gülümseme. "Çok garipsin. Sanırım her şey Safa'ya dayanıyor ama bana onu anlatmayacaksın?" Başımı salladım. "Bir gün, bana her şeyi anlatacaksın, bunu biliyorum. Bunu yapmadan seni rahat bırakmayacağım." "Başarılar." İfadesizce söylediğim bu söze gülümsemekle yetindi. "Bu arada telefonunda gerçekten bir takip cihazı vardı. Bunu ne zaman nasıl yapmış olabilirler?" Sorunu kafamın içinde biraz döndürdüm. "İş yerinde olabilir. Genelde masamın üstünde bırakıp çıkıyorum, birileri gelmişse eğer fark etmemişimdir. Ya da vestiyere ceketimi verirken onu da içinde unutabiliyorum. Öyle anlardan biri de olabilir." "Gerçekten çok dikkatsizsin. Sana yardım etmek istiyorum ama o kadar..." doğru kelimeyi aradı durdu, söylemeyecekti dilinin ucuna gelen lafı. Ona yol gösterdim. "Salak?" "Ah evet, salak. İş yerinde nasıl telefonunu masanın üstünde bırakabilirsin? " "Telefon kullanmayı bırakmıştım. İşe başlarken yeniden bir tane aldım. Henüz tam alışamadım. Bir işime yaramıyordu genelde. Peki ben bir şey sorabilir miyim?" "Sor." sanki soracağım sorudan korkuyordu. "Neden bana yardım etmek istiyorsun?" "Bunu konuşmuştuk." "Hayır, başka bir nedenin var. Anlattıkların yaptıklarını karşılamıyor. İki hafta boyunca yemediğim sandviçlerle sabah bana günaydın dedin Vural." cümlemi bitirirken güldüm. Gerçekten komikti. Bazen inanılmaz derecede soğuk ve ulaşılmaz görünen bu adam bazen dünyanın en yalaka, en ısrarcı insanına dönüşebiliyordu. Sahi ya, bunu nasıl başarıyordu? Ondan bazen korkuyordum bazen de katıla katıla gülesim geliyordu haline. "Lafımı geri alıyorum, salak değil fazla zekisin." Bir nefes aldı. " Sana yardım ediyorum çünkü vakti zamanında çok üzdüğüm, hak etmediği halde çok kırdığım birini hatırlatıyorsun bana. Senin kadar soğuk biri değil aksine çok sıcakkanlıydı ama bilmiyorum. İçimde bir yerde onunla eşleşiyorsun. Yani sana yardım ederek diyetimi ödüyorum kendimce. Evet sanırım aşağı yukarı böyle." Başımı salladım. "Son bir sorum olacak." dedi. Sorması için bekledim. "Kabuslarında ne görüyorsun?" Dudağımı ısırdım. Aklımda boşver demek vardı ama ağzımı araladığımda bambaşka bir şey duydum. "Safa'yı." "Bu senin için bir kabus mu? Onu sevdiğini zannediyordum." Madem bir kere cevap vermiş, kapıyı aralamıştım, devam etmemde bir sakınca göremiyordum "Seviyorum. Çok seviyorum. Ama bizimkisi tamamlanmamış bir hikaye. Tamamlanmamış hikayeler insanları kovalar durur ve yakaladıklarında da hiç acımadan acıyla kavurur." Bir an kalbim acıdı. Anılar başıma üşüşmek için fırsat kolluyordu ama izin vermedim. Gözlerim duvardaki saate kaydı. Gece yarısını geçmişti. "Ben kalkayım artık. Sen de çok yoruldun dinlen biraz. " Ayağa kalktı ben de onunla ayaklandım. Kapıya kadar peşinden yürüdüm. Dışarı çıkıp tekrar bana döndü. "Bir şey olursa, saatin önemi yok, gel." Başımı salladım. "İyi geceler." dedim, gülümsedi ve gitti. Kapıyı kapatıp odama çıktım. Uykum yoktu, bir duş alsaydım iyi olacaktı. Sıcak su tüm bedenimi yumuşatırken sessizce ayakta durdum öylece. Hareket etmek bile istemiyordum. Bornozuma bürünüp odama geçtim. Elimdeki küçük havluyla saçlarımı kurutuyordum ki perdesi açık penceremden beni izleyen Vural'ı gördüm. "Edepsiz." dedim ona karşı ve perdemi kapattım. Üstümü giyip uyumak için yatağıma girdim, uyumam saatlerimi aldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ (Tamamlandı)
Romance18 yaşında ölmüştü genç kız. Şimdilerde 30'una yaklaşıyordu. Sağlıklı ama ölü bir kadının yeniden doğuşuna şahitlik etti fırtına. Ve bu mezardan çıkıp yeniden doğuşun hikayesiydi. Mısra ve Vural'ın hikayesi...