Uzay'ın beni fırlatıp attığı koltukta başım Vural'ın dizlerinde, Vural'ın bir eli saçımda bir eli omzumda sessizce ağlıyordum. Kendime geldiğimde evimin içinde dolaşan polisleri görmüştüm. Bana ifademin gerektiğini, müsait olduğum bir zamanda merkeze gitmem gerektiğini söyleyip gitmişlerdi. Onlar gider gitmez hıçkırarak ağlamaya başlamıştım. Anlam verememiştim olanlara, ama anlam veremediğim bu yaşananlar canımı ölçeklendiremeyeceğim kadar çok yakıyordu. Belki çok kötü, çok çok kötü bir insandım, ama hayır, bunu yaşamayı hak etmemiştim. Fahişe damgası yemeyi, önüne gelenle yatan biri olarak nitelendirilmeyi, insanların duygularıyla oynayan şeref yoksunu biri olarak adlandırılmayı, basit bir kumaş parçası gibi koltuğun üzerinde tecavüze uğramaktan son anda kurtarılmayı hak ettiğime hiçbir güç beni inandıramazdı. Bugüne kadar kimseye karışmamış, bir dönem masum masum Safa'yı sevmiş, o gittikten sonra da kendimi ders çalışmaya, hatta otlamaya vermiştim. Kimseyle yakın olmamış, kimseye ümit vermemiş kimseden de destek beklememiştim. Safa'dan sonra kimse bana acımasın diye kimseye kötü olduğumu bile göstermemiştim. Yerleştiğim evlerin hepsinin çatısının olmasının tek nedeni buydu. İçimdeki acı çekilmeyecek hale gelince çatıya kaçar gönlümce çökerdim. Sonra kimse bana acıyamasın diye o soğuk yüzümü takınırdım. Şimdi burda böyle ağlarken onca çabamın hiçbir faydası olmadığını, Safa'dan önce ya da sonra birilerini üzmemiş, kırmamış, yaralamamış olmamın bir faydasının olmadığını anlıyordum. Vural geldiğinden beri benimle hiç konuşmamıştı. Polis memurlarıyla arasında birkaç fısıldaşma geçmiş, sonra da beni sakinleştirip başımı dizlerine koymuştu. Hava aydınlanmaya yakındı. Hıçkırıklarım geçmeye yüz tutarken derince iç çektim. Başımı okşayan eli durdu. Bir eli boynuma diğeri de dizlerimin altına kaydı ve beni kucaklayıp ayağa kaldırdı. Sanki hiç kilom yokmuş gibi beni kucağında taşıyarak kapısız odama girdi. Kucağında ben varken nasıl yaptı bilmiyorum ama açtığı yatak örtümün içinde uzanmamı sağladı. Üstümü örtüp kendisi de yere oturdu, hemen yanıbaşıma. Gözlerinde gördüğüm şey acıma duygusundan başka bir şey değildi. Bana acıyordu. Ben onca çaba vermişken, sırf insanlar bana acımasın diye, şimdi o kalkmış dalga geçer gibi bana acıyordu. "Git." dedim zor çıkan sesimle. Beklemeden "Hayır." diyerek, sanki seçeneği varmış gibi beni reddetti. "Gitmeni istiyorum Vural." dedim. Aklından geçen neydi bilmiyorum ama yüzü çarpılsa da diretmedi bu kez. Başıyla onaylayıp merdivenlere yöneldi. O gittikten sonra yorganı üstümden tekmeleyerek uzaklaştırdım.
Safa yoktu, bir ailem yoktu, arkadaşlarım yoktu. Talha'dan başka kimsem yoktu. Ben şu koskoca dünyada yapayalnız, acılarımın içinde boğulurken, bir başkası yıllardır çektiği acının tüm suçunu üstüme yıkmış, bana tecavüz etmeye kalmış, üstüne bir de beni yıllardır sevdiğini söylemişti. Ben İsviçre'de doğup büyümüştüm. Buraya sadece tatiller için geliyordum, beni nasıl görmüş, bana nasıl aşık olmuştu? Gözüm Safa'dan başka kimseyi görmüyordu ki, onu nasıl görseydim?
Üstümdeki o tişört bile şuan beni boğuyordu. Odanın duvarları üstüme üstüme gelmeye başlamıştı. İçimde bir anda patlayan adrenalinle odadan çıkıp alt kata indim. Kapıyı çarpıp bahçeden de dışarı çıktım. Ayağımda ayıcıklı ev botlarımla gideceğim yeri bilmeden koşmaya başladım. Nefesim kesilene, bacaklarım titremeye başlayana kadar koştum. Hem koştum hem ağladım. Durduğumda nerde olduğumu bilmiyordum. Bir tarafı tamamen denizi izleyen bir yolda kaldırımın hemen gerisine dizilmiş evlerle dolu bir sokaktaydım. Ellerimi dizlerime koyup öne doğru eğilip nefesimin düzelmesini bekledim. Birkaç öksürükten sonra kendime gelmiştim. Başımı kaldırıp denize baktım. İyiydim, yani her zaman ne kadar iyiysem o kadar iyiydim. Fiziksel bir zarara uğramamıştım, sadece bir dengesizden birkaç küfür işitmiştim. Kaldıramayacağım bir şey yoktu, ben nelere göğüs germiştim. İyi olduğuma karar verip geldiğim yolda yürümeye başladım. Nerde olduğumu bilmiyordum, dolayısıyla bir taksi geçmesi için dua ediyordum. Biraz daha yürüdükten sonra şansım yaver gitti ve bir taksi buldum. Eve gelene kadar gözlerimi ayıcıklı pofidiklerimden ayırmadım. Araba evin önünde durduğunda çıkarken anahtar ya da cüzdan almadığım için taksiciye birkaç dakika beklemesini söyleyip Vural'ın kapısına gittim. Kapıyı çalmamla açmam arasında beş saniye yoktu. "İyi misin?" diye açtı kapıyı. Hissizce gülümsedim. "Sorun yok, anahtarım yok, taksiye ödeme yapmam lazım, kapımı açar mısın anahtar hala sendeyse?" Kapının arkasındaki portmantoda asılı duran ceketinin cebine uzandı, "İçeri geç." diyip beni evin içine çekti, kendisi dışarı çıktı. Yorgun adımlarla salona geçip oturdum. Birkaç dakika sonra kapanan kapıyı ve birbirini takip eden adım seslerini duydum. Gelip yanıma oturdu. "Nerdeydin diye sorsam cevap verir miydin?" sesinde çaresizlik vardı. "Bilmiyorum." "Neyi bilmiyorsun?" Şaşırmıştı. "Nerde olduğumu." Derin bir nefes aldı. "Nasıl mümkün oldu bu Mısra?" "Bilmem. Koştum." Başını salladı. "Bu gece burda kal. Yalnız olma olur mu?" Çok uysaldı bu gece. Bana acıyordu işte. Cevap vermedim. "Aç mısın?" diye sordu ama cevabımı beklemeden beni mutfağa götürüp masanın kenarındaki sandalyelerden birine oturttu. Yarım saat sonra, az önce gözümün önünde yaptığı yemeğin bir bölümü, tabak içinde önümde duruyordu. Yaptığım tek şey zavallı bezelyeleri çatalla bir o yana bir bu yana çekmekti. Karşımda oturan Vural daha fazla dayanamadı ve kalkıp yanıma oturdu. Çatalımı elimden alıp tabağa götürdü. Doldurduğu çatalı ağzıma yaklaştırdı, gözlerimin içine bakıyordu. Uyuşuklukla dudaklarımı araladım. Dilimin üstüne kayan yemek sıcaktı, yanmıştım. Derin bir iç çekerek ağzımı açtığımda gülümsedi ve aralık dudaklarımdan içeri üfledi. Diğer çatalı ağzıma yaklaştırmadan önce kendisine yaklaştırdı ve üfledi. Sonrasında midemi bulan koca bir tabak yemek ne zaman bitti anlamadım. Tabak bittiğinde "Haydi seni yatıralım." dedi ve beni merdivenlere yönlendirdi. Üst kata çıktığımızda önceden kaldığım odayı pas geçip koridorun sonundaki odanın kapısını açtı. Oda karanlıktı, ışığı açınca da pek bir şey değişmedi. Yatak başlığının olduğu duvar gri, diğer üç duvarsa siyahtı. Pencerenin önünde büyük bir boy aynası ve duvarın önünde duran kocaman yataktan başka odada hiçbir şey yoktu. Tıpkı benim odamda olduğu gibi burda da odaya ek iki odacık vardı. Tek fark benimki gibi paravanla değil, kapıyla ayrılıyorlardı odadan. Odaya bir koltuğun gerektiğini fark ettim. Yatağının kenarına gidip gri yatak örtüsünü kaldırdı. "Gel." dedi, gittim. Yatağa oturmamı sağladı. Önce eğilip ayağımdaki pofidikleri çıkardı. Sonra tekrar ayağı kalkıp kendinden geçmiş olan saç örgümü açıp tokamı cebine koydu. Saçlarımı geri toplamamayı seçmişti. Omuzlarımdan olabildiğince az temasla iterek uzanmamı sağladı. Bana dokunmamak için özel çaba harcıyordu. Üstümü örtüp kendisi de yatağın diğer tarafına yorganın içine girmeden oturdu. Sırtı yatak başlığındaydı. Rahatsız görünüyordu. "Evimde kalabilirim Vural, korkmuyorum." "Dün gece öyle demiyordun ama." diye mırıldandı ve önüme dün geceden bir görüntü serdi. Ona kal demiştim. İnanamıyordum bunu nasıl yapmıştım? Safa'lı kabuslarımdan, Safa için benden intikam almak için beni tehdit eden adamlardan korkup ona mı sığınmıştım? Kolumu gözlerimin üstüne örttüm. "İndir kolunu. Korkmak ayıp bir şey değil Mısra. Kaldı ki korkmakta haklıymışsın." Bir şey söylemedim. "Konuşmayacak mısın?" "Konuşacak bir şey var mı?" Ya sabır diyerek bana yaklaştı. "Sana sarılacağım, sakin olmayı dene." Sarıldı. Sağ kolu omzumu kavradı, diğer kolaysa yüzümün üstünden saçlarıma ulaştı. Yavaşça saçlarımı okşarken bir şarkı mırıldanmaya başladı. Yavaş ritimlerle ilerleyen nakarat kısmında yükselen sonra tekrar düşen ritim uyuşmamı sağladı. Ama beni asıl uyuşturan sesiydi, çok güzeldi. Göz kapaklarım kapanmış.
Çığlık çığlığa uyandığımda "Sakin ol, burdayım, geçti, tamam yanındayım." Diyordu durmadan. Burada, onun evinde, onun yatağında Safa beni bir kez daha terk etmiş, beni bu kasırganın içinde bırakıp kaçmıştı. Öyle bir kasırgaydı ki uçup gideyim ya da düşüp öleyim ama ne olursun bitsin dedirtiyordu insana. "İyi misin?" diye sordu. Kabus görürken onu korkutuyor olmalıydım, gözleri kocaman açılmış bana bakıyordu. Başımla onayladım. Beni tekrar kollarına alıp başımı göğsüne koymamı sağladı. Gözyaşlarım istemsizce tişörtünü ıslatırken aynı şarkıyı söylemeye başladı. Bu adamla hiçbir bağlantım, alakam yoktu. Ama her zor anımda yanımda bitiveriyordu. İşin garibi bunu ben istememiştim. Bu adam bana garip hissettiriyordu. Özellikle öpüşürken içimi titretiyor, her şeyi ama her şeyi unutmamı sağlıyordu. Belki de bu adamla öpüşürken Safa'mı unuttum diye kötü bir insandım, ya da Safa'dan sonra inat edip peşimden ayrılmayan ilk erkek o diye kollarında titrediğim için, bilmiyorum. Bu adam bana bir şeyler yapıyordu, karşı koyamadığım şeylere yol açıyordu. Hayır diyemiyordum, demek istediğimden de emin değildim. Bu adam bana ne yapacaktı? Beni değiştirecek miydi? Peki beni dönüştürdüğü şeyi sevecek miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ (Tamamlandı)
Romance18 yaşında ölmüştü genç kız. Şimdilerde 30'una yaklaşıyordu. Sağlıklı ama ölü bir kadının yeniden doğuşuna şahitlik etti fırtına. Ve bu mezardan çıkıp yeniden doğuşun hikayesiydi. Mısra ve Vural'ın hikayesi...