Uyanmaktan ömrüm boyunca hazzetmemiştim. Safa'dan önce okula gitmek için uyanmaktan, Safa'dan sonra, kabuslarımdan uyandığım geceler hariç, işe gitmek için her uyanışımdan itinayla nefret etmiştim. Şimdiyse, 28 yıldır ilk kez uyanırken kendimi huzurlu hissediyordum. Bahsettiğim huzur, o insanın içini kaplayan huzurlardan biri değildi tabi ki. Acı çeken Mısra hala içimde saklanıyordu. Bahsettiğim huzur, acı çeken Mısra'dan geriye kalan küçük parçamı dolduran garip, eksik bir huzurdu ama buna da şükür denirdi. Bilincim yerine geldikten biraz daha sonra, gözlerim kapalıyken huzurun nerden geldiğini anladım. Biri saçlarımı okşuyordu. Dudaklarıma hissiz bir gülüşün yayıldığını fark ettim. Gözlerimi yavaşça aralayarak odanın netleşmesini bekledim. Yatağın diğer tarafında Vural, uzattığı ayaklarını birbirinin üstüne atmış, sırtını yasladığı yatak başlığına başını dayamış, kapalı gözleriyle dalgın dalgın saçlarımı okşuyordu. Gömleğinin yakasını açmıştı ve pantolonundaki kemer de yoktu. Başımı istem dışı oynattığımda o da gözlerini açtı. Bana şefkatle gülümseyerek " Günaydın. " dedi. Gözlerimi kapattım. Dün gece ne olmuştu da buradaydı o? Başım ağrıyordu ve üstümde dün gece giydiğim rahatsız elbise vardı. Gece bununla mı uyumuştum? Yataktan kalkıp önce giyinme odasına gittim. Elbiseyi çıkarmak için ellerim fermuara gitti ama açmaya üşendim. Çıplak ayaklarımla tekrar odaya döndüm. Yatakta oturan Vural'ın önünde hiçbir şey söylemeden arkamı döndüm. Kıkırdadığını hissettim. Ayağa kalkıp fermuarımı indirdi. Ellerimle elbiseyi önden destekleyerek tekrar giyinme odasına döndüm. Raflar aradından siyah, uzun kollu bir tulum giydim. Alt kısmı tayttı ve her yerimi sarıyordu. Banyoya geçip saçlarımı topladım ve elimi yüzümü yıkadım. Dişlerimi de fırçalayıp, odada ayılı ev botlarımı giydim. Salona indim, midemin bana verdiği yetkiye dayanarak mutfaktan gelen kokuya doğru yol aldım. Vural ocağın başında ustalıkla bir krebi çeviriyordu. İç çekerek gözlerimi masaya çevirdim. Genel hatlarıyla bir kahvaltı duruyordu. Dolaplardan birini açıp karışık meyve suyu çıkardım. Soğuk bir şeyler içmekten hoşlanmazdım. Kutuyu göstererek "İçer misin?" diye sordum. Bir an bana baktı sonra başıyla ocakta altı yanan çay demliğini gösterdi. Meyve suyumu büyük bir bardağa doldurup masaya koydum. Sonra olmazsa olmazım domatesleri çıkarıp soymaya başladım. Vural yeni bir krep için hazırladığı hamuru yeniden tavaya dökerken ben salatalıklara geçmiştim. Domates salatalık mevsimi geçmişti ama ben vazgeçemiyordum. Zaten yemek yemekte zorluk çekiyordum, domates olmasaydı hiç yemek yiyemezdim. Yağ ve tuz döktüğüm tabağı masaya yerleştirdim. Vural son krebi de masaya yerleştirdikten sonra oturdu ve beni beklemeye başladı. Ben de masaya son bir bakış attım. Eksikliğini hissettiğim vişne reçelini de kahvaltılık kaselerden birine koyup beraberimde masaya götürdüm. Sessizce kahvaltımızı yapmaya başladık. Krepleri bir iki götürürken Vural çok bir şey yemeyerek beni izliyordu. "Ne oldu?" diye sordum merakla. "Normalde yemek yemiyorsun ama kahvaltı yaparken bir canavara dönüşüyorsun. Nasıl mümkün olduğunu düşünüyordum." Gerçekten bunu mu merak ediyordu? "Kahvaltı yapmayı sevmem. Sevdiğim şey krep." Gülümsedi. "İyi yerden vurmuşum desene." Başımı sallayarak 3. krebime geri döndüm. Çatladığıma emin olduktan sonra onun da artık yemediğini görüp sofrayı topladım. "Ne yapacaksın bugün?" dedi meraklı bir sesle. "İşe gideceğim?" "Bugün görüşme günün değil mi?" Ah bugün perşembeydi. "Haklısın. Sen ne yapacaksın?" Tamamen dalgınlıkla gelen bir soruydu. "Restorana gideceğim. Unuttun mu sana kahvaltı hazırlamak dışında yemek yaptığım bir yerim var. " dedi gülerek. Başımı salladım. İşim bitmişti. Salona geçecek miydi? Hazırlanmam lazımdı. "Ben gideyim. Sen de hazırlan artık." dedi ve kapıya yöneldi. Peşinden kapıya kadar gittim. Açtığı kapının eğinde durup bana döndü. Ani bir hareketle başını boynuma gömdü. Derinden iki nefes aldı. "Görüşürüz. " dedi başını çekmeden. Titreyen göz kapaklarımı kapatarak "Görüşürüz." dedim. Gitti, kapıyı kapattım.
Sıkıcı iş görüşmeleri. Lakayt işletme müdürleri. Seviyesiz sırnaşmalar. Bankacılığın monoton, sıkıcı bir iş olduğunu ve rahibelere hitap ettiğini düşünürdüm ama işin içine girdikten sonra erkeklerin değişmediğini fark ettim. Bir erkek her yerde bir erkekti ve asla değişmiyordu. Minik bir delik için yapamayacakları hiçbir şey yoktu. Safa'dan sonra karşılaştığım her erkekten bunu öğrenmiştim. Safa'ysa farklıydı. Ben 17 yaşındayken gitmişti Safa. Benden iki yaş da büyüktü, yani 19 yaşındaydı beni bıraktığında. Tenlerimizin birbirine dokunduğu onca zamanı, birbirimizin tenlerini sevdiğimiz o uzun dakikaları hatırlıyorum da, Safa hep sınırını korumuş, soyutlandığım dış dünyadaki insanlardan çok ama çok daha farklı davranmış ve beni tamamen savunmasız bırakıp gitmişti.
-11 yıl önce
Boş evde, televizyonun karşısındaki geniş ve rahat koltukta, birbirimize sokulmuş, dvdden film izliyorduk. Kolunun altına girmiş, başımı boynuna saklamıştım. Çenesini başıma yerleştirmişti. Buram buram aşk kokan film bittiğinde çenesini kaldırıp yüzümü ona çevirmemi sağladı. Gözlerimin altında parlayan gözyaşlarını öptü. Ordan dudağımın hemen kenarına içimi sımsıcak eden bir öpücük kondurdu. Dudakları dudağıma değmeden çeneme ordan da boynuma doğru düzensiz bir çizgi izledi. Ellerim gayri ihtiyari kısacık kestirdiği saçlarına gitti. Sonrasında bir elimi boynuna indirdim. Nefes nefeseydim. Bir eli belimde, diğer eli siyah şortumun açıkta bıraktığı bacağımda usulca tenimi gıdıklıyordu. Dudakları yavaşça dudaklarıma döndü. Nazikçe öptüğü dudaklarım sanki ona yaşam veriyordu. Ellerinin üstümde uyguladığı kuvvet bir saniye için arttı, sonrasında bacaklarımı iki yanına koymuş bacaklarının üstünde oturuyordum. Elleri kalçama inmişti, yavaşça hareket ediyordu. Öpmeyi bir an bırakmadığı dudaklarımdan sesli bir inleme çıktı. Başım geriye düştü, dudakları bunu bekliyormuş gibi boynumdan aşağı göğüs çizgime indi. Öpmek, ısırmak, emmek nasıl böyle savunmasız bırakabilirdi bir insanı? İşte böyle. Tıpkı şuan yapabileceği her şeye nasıl hayır diyecek gücüm yoktuysa öyle çaresiz bırakırdı bahsettiğim fiiller insanı. Dudakları göğüslerimin kıyısında pervasızca dolanıyordu. Ellerim giydiği siyah tişörtün yakasına gitti. Tişörtlerini hep yakasından tutup çıkarırdı. Yukarı çekmeye yeltendim ama ellerimi tutup öptü. "İleri gitmeyeceğiz." Bir an afalladım. Ne dedi? "Sen bekaretini bir koltuk üzerinde kaybedecek kadar basit bir kız değilsin Mısra. Sen çok daha iyilerini yaşayacaksın. Çok daha iyi hatıraların olacak söz veriyorum." dedi ve başımı boynuna çekip kollarını etrafıma sardı. "Seni seviyorum. " diye fısıldadı saçlarımı okşarken. Nasıl sevmezdim ben bu adamı?
- Günümüz
Eve yorgun argın dönmüş, koltuğa yığılmış kalmıştım. Gözlerim kapanıyordu ama direniyordum. Birkaç dosya işim vardı. Bir gayret kalkıp banyoma çıktım. Hızlı ve soğuk bir duş alıp kendime gelmeye çalıştım. Banyoya getirdiğim iç çamaşırlarımı giyip saçlarıma bir havlu sardım ve odaya geri döndüm. Siyah bir eşofman altı ve beyaz kısa bir tişört giyip saçlarımdaki havluyu çıkardım. Önce tarayıp sonra kuruttuğum saçlarımı toplayıp ördüm. Girişte bıraktığım iş çantamı alıp salona geçtim. Sıkıcı matematiksel simgelerle dolu olan kağıtların arasında kendimi kaybettim. İlkokuldan beri çalışırken kendimi kaybetme gibi bir özelliğim vardı. Tüm işleri bitirip dosyayı kapattığımda saat akşam dokuz olmuştu. Tüm gün yemek yememiştim ve midem bulanıyordu. Mutfağa gidip ne yiyebileceğime bakındım. Dolaba bakarak açıkta kalan karnıma dokunuyordum. Tam kahvaltılık gevrek mi yesem diye düşünürken kapı çaldı. Vural olduğunu düşündüm. Aslında içten içe Vural olmasını diledim. Ama değildi. Gözleri kararmış elinde içki şişesiyle Uzay gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Bir anda panik dalgası tüm bedenimi sardı. Kapıyı kapatmayı denedim ama bedeninin yarısı çoktan içeri girmişti. Delice bir güçle kapıyı ve arkasındaki beni itti. Yere düştüm. Düşmeseydim her şey biraz daha iyi olurdu diye düşünüyorum ama düştüm. Uzay'ın gözlerinin döndüğünü gördüğüme yemin edebilirim. Beni saçlarımdan tutup salona sürükledi. Canım delicesine acımıştı. Çığlık atacak sesi bulamıyordum. "Sen var ya Mısra, büyük orospusun." Gözlerim doldu. "Sana hiçbir şey yapmadım." dedim zor çıkan sesimle. Ağzından gülmeye benzeyen ama daha çok hırlama olan bir ses çıktı. "Yaptın. Ulan ben var ya, yıllardır sen gel diye bekliyorum. O uyuz, züppe kuzeninle bile senin için arkadaşım. Ama sen? Sen geldiğin gibi gidip başka bir şerefsizin altına giriyorsun. Yıllarca o Safa denen piçle yaşadıkların yetmedi, bir de bu it çıktı başıma. Reva mı lan? Seni beklerken çektiklerim reva mı bana? Ama çok bekledim. Sen benim olacaksın." dedi ve dudakları boynumu buldu. Söylediklerini anlamlandıramıyordum. Çığlık attım. Vural'ın duyup gelmesi için yalvardım ve garip şekilde şansım yaver gitti. Uzay'ın elleri bacak arama uzanırken birden üzerimdeki ağırlık gitti. Yarı kapalı gözlerimle Vural'ın havaya kalkan elini gördüm, sonra ufak bir uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ (Tamamlandı)
Romansa18 yaşında ölmüştü genç kız. Şimdilerde 30'una yaklaşıyordu. Sağlıklı ama ölü bir kadının yeniden doğuşuna şahitlik etti fırtına. Ve bu mezardan çıkıp yeniden doğuşun hikayesiydi. Mısra ve Vural'ın hikayesi...