32.PARÇA: GERÇEK

188 8 2
                                    

"Kendi gerçeklerimizin esiriyiz."

***

Doğançay Mezarlığı, Bayraklı, İZMİR

Üzerine yıkıldıkça duvarlar, canı daha fazla yanmasın diye yenilerini dikerdi insanlar. Korunmak için toplumla ve hatta aynadaki aksimizle aramıza duvar dikerdik. Yükselen duvarlarımız ardında boğulmayı göze alarak hayatta kalmayı seçerdik. Anneannemi kaybetmek hayatın üzerime yıktığı en büyük duvardı. Hayata zaten çekirdek ailenin ne demek olduğunu anlayacak kadar tadını alamamış, ana kokusuna doyamamış olmanın eksikliğiyle başlamıştım.

Annem, babam, akıl hocam, sırdaşım, ilk arkadaşım, dışlandığım zaman göğsüne başımı yaslayıp gül suyu kokan teninde huzuru bulduğum benim güçlü, savaşçı tam anlamıyla bir Türk kadını olan anneannemi mezara uğurladığımda kimsesiz kalmanın yaşattığı ani şok benim bile yetişemediğim hızıyla benden çocukluğumu çalıp götürmüş, saçından çekerek içimdeki kırılgan genç kızı da o küçük kızın ardından sürüklemişti.

Anneannemin cansız bedeninin olduğu o kıymıklı tabutun üstüne atılan her toprak parçasında diktiğim duvar biraz daha yükselmişti. Arkamda hocalarım vardı. Anneannemin komşuları vardı. İnsanlar vardı. Gözümden bir damla yaş dökülmemişti.

Gözlerimde esen mavi ayazın altında tüm yaşlar birer hançer olup yüreğimin çocuk yanına saplanmıştı. Herkes dağıldığında saatlerce, mezarlık bekçisi gelip kaldırana kadar orada kalmıştım. Anneannem hep tertemizdi, annemin kokusunu hatırlamıyordum ama anneannem gibi kokuyordu kesinlikle. Gül kokan tenlerinde bulduğum huzur yerine buz gibi bir mezar taşı duruyordu karşımda. Ruhuna Fatiha yazısı acım biraz soğuyana kadar sürekli içimi deşmişti.

Ölüm bize doğal olarak anlatılmıştı ama ölümle tanışmanın doğal olduğunu hiç sanmıyordum. Kimliğimizi sorguladığımız, varoluşsal bir sancıya düştüğümüz, bomboş bir kara deliğin içine düşmüşçesine soğuk, acısı ruh boğan, ifadeleri silen, nedenleri yok eden bir histi. 19 yaşındaki ben, anneannemin kaybıyla ilk defa ölümle tanışmıştım. Annemi ve babamı hatırlamıyordum. Üç yaşındaki bir insanın hatırlaması olası hayal meyal birkaç dökük anı parçası vardı zihnimin silik sularında gezinen.

Fakat 4 yıl sonrasında bile tazecik hatırladığım boşluk hissi, ölene kadar benimle kalacaktı. Kavuşasıya kadar, öteki tarafta...

Elimdeki şişeyi kenara bırakıp mezar taşını öptüm.

"Ben geldim anneannem."

Toprağının üzerinde birikmiş yabanıl otları tek tek koparıp attım. Başımı örttüm. Şişeyi kavrayıp toprağını ıslatırken bir yandan konuşuyordum.

"Biliyor musun canım anneannem? Çok özledim seni. Biliyorum soruyorsun şimdi bana bu yüzünün gözünün hali ne diye. Biliyorum bırakmadığım için kızgınsın da. Ama yapacak bir şeyim yok anneannem. Bana fiziksel olarak dövüşmeyi hocalarım, ruhen dövüşmeyi de sen öğrettin," ölümün bile bir şeyler öğretti bana diye geçirdim içimden. "Daha iyi yapabildiğim başka bir şey yok. Çarem yoktu anneannem. Biliyorsun, mecburdum."

O an yattığı yerden kalkıp hala nefes alırken canımı yakan boğazımı, çatılmış kaşlarıyla gösterip kızan masmavi gözleri gördüğüme yemin edebilirdim. Boğazımın üstünde parmaklarımı gezdirdim. Kendi temasımdan ürpermiştim.

"Merak etme anneannem. Hayatta yaptığım en güzel kafes maçıydı. Azrail'le dövüştüğümde korkmuştum. Erkendi daha. Ama ondan sonra ilk defa biri senin yanına bu kadar yaklaştırdı beni anneannem. Direnmeseydim belki de yanındaydım. İnan bana yanına gelmeyi çok istiyorum anneannem. Allah affeder mi sence beni anneanne? Hı?"

CEHENNEM ÇİÇEĞİ |Tamamlandı| #Wattys2023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin