11.PARÇA: BAĞIMLI

695 40 3
                                    

Merhaba, ben geldim! Bir hafta boyunca nefes aldık mı? 

Öyleyse nefeslerinizi tutun, yeni cehennem çiçeklerimizle tanışın. İyi okumalar :)

-

"Nefes alan bir ölü..."

-

AMATEM, Karabağlar, İzmir

Beyaz.

Ne ifade ediyordu bu duruluğu göz kamaştıran parlak renk? Sadelik, masumiyet, bekaret, saflık? Resim çizenlerce rengi daha fazla ortaya çıkaran düz zemin, bilime göreyse bütün renklerin karışımı olan renkti. Işığın, ferahlığın olması, serinlik getirmek için boyası kullanılan, bir şehre ve aynı şehrin ismini taşıyan bir filme adını vermiş renk içeriye girdiğimden itibaren bütün masumiyetini yitirmiş, yalnızca gözümü alan çirkin bir renkten ibaret hale gelmişti. Çirkin bir leke.

Beyaz, bunların hiçbiri değildi. Beyaz, ölümün rengiydi. Kefen beyazdı, ölüme giderken beyaz ışığı görmek denen tabir boşuna çıkmamıştı, gelinlik beyazdı çünkü kafese giren kuş altın kafese de girse o kafes, kafesti. Bireyselliği öldürüyordu. Özgürlüğü öldürüyordu. Ölüm, beyaz olan her şeyde vardı.

Ve bu hastanenin her bir köşesi beyazdı. Almanya'da hapishanelerde ağır suç işleyenlerin işkence odalarına kapatıldıklarını ve bu odaların her köşesinin beyaz olduğunu duymuştum. İnsanı psikolojik olarak yıpratmak için birebirdi.

Ama tüm bu beyazlığın içinde birçok insan, renkleri oluşturuyordu, güzel renkleri. Turgay Hoca elinde dosyayla dolaşan bir hemşireyi durdurup, "Doktor İslam Bey nerede?" diye sorana değin etraftaki beyazlığı ve genel olarak içini incelemiştim. Mimarlık öğrencisi olmanın yan etkilerinden biri de buydu, girdiğim çıktığım ne kadar yer varsa tuğlasına varıncaya kadar inceliyordum.

Orta yaşlı hemşire hanım dikkatle hocamın yüzüne baktı.

"Siz kimsiniz?"

"Beni kendisi çağırdı, geçen hafta konuşmuştuk. Turgay Ateşmenler de."

Hemşire hanım, hocamın sözünü ikiletmedi.

"Peki efendim."

Hemşire aceleci küçük adımlarla uzaklaşırken bembeyaz sessizliği bozan tekdüze ses kırıntılarına aç bir şekilde dinlemeye koyuldum. Bir yandan düşünüyordum, karanlığın sessizliği ne denli huzurlu ve güzeldi oysa aydınlığın sessizliği fırtına öncesi sessizlikten farksızdı ve insanı her saniye bir yerinden koparıp yiyordu sanki.

"Hocam kime geldik?"

"Sen bu kadar meraklı değildin, sabretmesini bilirdi benim tanıdığım Jülide."

Mizahi tınıları sezinlemesem bana laf sokuyor zannedebilirdim ama dudaklarının kıvrım köşelerinde biriken içten çizgiler tatlı tatlı sabırlı olmam gerektiğini söyleyince mecburen sessizliğe geri dönmüştük.

Çok şükür, hemşire geri gelmişti.

"Buyurun."

Hemşire önde biz arkada onu takip ederken kumral saçlı hemşire bu ortamın içerisinde herhangi bir ögeydi, odalardan sızan ses kırıntılarını duyuyordum o da duyuyordu ama duyarsızlaşmıştı adeta, öylece geçip gidiyordu. Sonunda İslam Bayraktar yazan kapının önüne geldiğimizde bizden ayrılarak aksi yöne tekrar adımladı.

Turgay Hoca kapıyı çaldı.

"Girin."

Kapı açıldığında Turgay hocanın bahsettiği kişiyi görmüştüm. Başının üstü bütünüyle kelleşmiş, kulak üstü ve başının yan tarafında kalan seyrek saç tellerine ise karlar yağmıştı. Kimin geldiğine bakmak için başını çalıştığı şeyden kaldırıp gözü Turgay hoca ve beni bulduğunda tüm yüzüne aydınlık bir gülümseme peyda oldu.

CEHENNEM ÇİÇEĞİ |Tamamlandı| #Wattys2023Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin