Spor salonunun arka yüzüne bakan kısımda beklerken, kalbim normal hızının üstünde atıyordu. Bilinmeyeni bekliyordum ve heyecanlıydım. Her ne kadar Bulut'a karşı hislerim olsa da ben bana gizliden yazan bu çocuğu merak ediyordum işte. Ağaçlık kısımdan gelen hışırtılar duyduğumda arkamı bile dönemedim. Donuk bir halde bekledim sadece.
Herhangi bir hareket gelmeyince ağır ağır arkamı döndüm ve bana bakan kişiye baktım bir süre. Bilinmeyen o muydu? İçimdeki burukluğu yok sayamadım. Belki de onu beklemiyordum. Ama bu bir şeyi değiştirmezdi. Buraya sadece onunla konuşmaya gelmiştim. Yavaşça yanıma yaklaştı ve yüzüme bakarak konuştu.
"Sen neden hâlâ buradasın?"
Kaşlarım istemsizce çatılırken Berkay'ın yüzüne bakmaya devam ettim bir süre.
"Nasıl yani?"
Yüzüne manidar bir ifade yerleştirdikten hemen sonra sessiz bir kahkaha attı.
"Bu çocuk aptal, yemin ediyorum öyle."
Kafa karışıklığım her geçen saniye artarken delice çığlık atmak istiyordum. Aptal olan kimdi? Ya da bilinmeyen?
"Sen... o musun?" diye sordum boğazımdaki yanma hissiyle. İçimde tuhaf bir his vardı, konuşmak bile istemiyordum.
"Hayır, o korkak ben değilim ve bahsettiğim kişi tam anlamıyla bir korkak gibi kaçtı."
Birkaç kez konuşmaya çalıştım. Ne diyeceğimi kavrayamamıştım bile. Ama bilinmeyenin Berkay olmadığı ortadaydı.
"Bak, anladığım kadarıyla konuyu biliyorsun. Onun kim olduğunuda... Söylesen olmaz mı?"
Güldü. Ellerini cebine yerleştirirken yanıtladı.
"Gökyüzüne baksan göremezsin."
Neydi bu bilmece falan mı? İstemsizce bakışlarım yukarı çevrildi. Koskoca bir mavilik. Ne yıldız var ne bir bulut.
O an boğazımdan aşağı kaynar su döküyorlar gibi hissettim. Ne bir bulut...
Düşündüğüm şey doğru muydu bilmiyordum ama eğer karşımdaki bu çocuk benimle dalga geçiyorsa spor salonunun arkası, ona tekmelerimi savurmam için harika bir yer sayılırdı."Bulut mu?" dedim sesimdeki heyecan ve umut karışımıyla. Cevap vermek yerine hiç beklemediğim bir şey söylemeyi tercih etti.
"Sen ona aşıksın."
Yüzüm, bu soğuk havada bile her hücresine kadar yanmaya başladı. Gözümü bir iki saniyeliğine başka tarafa çevirdikten hemen sonra ona döndüm. Gülüyordu. Neden güldüğünü bile soramadan konuşmaya başladı.
"Okuldan çıktıktan sonra 5 dakikalık bir mesafede eski bir park var biliyor musun?"
Başımı sallamakla yetindim. Biliyordum.
"Heh, şimdi oraya gidiyorsun."
"Nede..."
"Şşt soru sormak yok. Hadi hızlı ol." deyip omuzlarımdan ittirmeye başladı. Tabiki neden eski bir parka yollandığımı bilmek hakkımdı. Şüpheli bir ifadeyle yüzüne baktığımı farkettiğinde kaşlarını çattı.
"Hadi ama, güven bana."
İfademi bozmadım ama gülecek gibi oldum. O da bunu farketmişti tabi.
"Tamam, fazla bir tanışıklığımız yok, ama baksana şu sıfata..." derken yüzünü gösteriyordu. "Sence aşırı masum değil mi?"
Bu sefer kendimi kasmayarak güldüm.
"Tamam gideceğim. Ama mafya kılıklı insanlar görürsem ve sonum kötü olursa bil ki iki elim yakanda." dedim tehdit dolu sahte bir yüzle.